Gazetecilik mesleğini yapmak, sürdürebilmek, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi daha oturmuş, daha büyük şehirlerde mi kolaydır, yoksa Konya ya da Kayseri gibi, içgüveysinden hallice şehirlerde mi?
Bu soruyu hem kendime, hem de yukarıda ismini saydığım şehirlerde yaşayan meslektaşlarıma sıkça sormuşumdur...
Herkesin kendince birşeyler söyler...
Ben, büyük şehirlerde bu işlerin daha kolay yapıldığını düşünüyorum...
Taşra da daha zor gazetecilik...
Çünkü, hem teknoloji hem de imkanlar anlamında büyükşehirler taşradan çok çok ileride...
Dolayısıyla bizim mahallede, pardon bizim şehirde, yani Konya’da bu işi yapmak zor ve her geçen gün daha da zorlaşıyor...
Köroğlu’nun, “Tüfek icad oldu, mertlik bozuldu” dediği gibi, bu sosyal medya denilen, internetler, akıllı telefonlar, anlayacağınız teknoloji de işin içine girince, bu işlerin tadı da kalmadı, tuzu da...
Özellikle yazılı basın bana göre uzatmaları oynuyor...
Bu işin bir tarafı...
Diğer bir tarafı ise yazdıklarımız ya da yazamadıklarımız...
Herkes işine geldiği gibi davranıyor...
Birinin nasırına basmışsanız, sizden kötüsü yok...
Senmisin bunu yazan!
Senmisin eleştiren...
Yıllarca dost bildiğin adam, artık seninle ne yüz yüze, ne göz göze gelmeyi istemiyor...
Sebep?
Tekerine çomak sokarsan istemez tabi ki...
Peki eskiden sana, “uzaktan merhaba olmaz, gel hey mestane bakışlım” diyen adama ne oldu?
Dedim ya, tekerine çomak sokarsan böyle...
Bu şehirde gazeteciliğin bu zorluğunu çok yaşadım, yaşamaya da devam ediyorum...
xxx
Şu da bir gerçek ki, Konya’da gazetecilik yapıyorsan ve kimseyle bir sorunun yoksa ya da herkesle iyi anlaşabiliyorsan veya koklaşabiliyorsan gazeteci değil, dört dörtlük ikiyüzlü, münafık adamın tekisin...
Aslında başka bişeysin de!!
Neyse...
Siz anladınız benim ne demek istediğimi...
Bu şehirde böyleleri var mı?
Olmaz mı!
En yakını sandığınız bir insana bile size şirin görünme adına olmadık küfürleri eden münafık, o küfrettiği adama şirin görünmek için de, aynı küfürleri size de eder...
Böylelerine ne mi denir?
Bit yavrusu, sirke...
Yani...
Yavşak...
Valla sözlükteki anlamı böyle...
Ben demiyorum...
Her neyse dağıttık konuyu yine...
Toparlayalım en iyisi...
xxx
Konya Gazeteciler Cemiyeti kurulalı tam tamına 64 yıl olmuş...
Benden 8 yaş daha büyük...
Dile kolay 64 yıl...
Kimler geldi kimler geçti...
Bu cemiyette adamlar vardı...
Hem de adam gibi adamlarla, çıraklık ettiğimiz ustalar...
Usta gibi ustalar...
Ve gittiler...
Bir bir ayrıldılar mahalleden...
Sonrası malum...
Dışarıdan gelenler kirlettiler mahalleyi...
Daha önceki bir yazımda da sitem etmiştim...
“Bizim mahalleyi de kirlettiler” diye...
Ne yazık ki, her geçen gün daha da kirleniyor mahalle...
Nasıl kirlenmesin ki?
At izinin it izine karıştığı, “AT”ın önüne ET, “İT”in önüne ET atılırsa, o mahalle kirlenmez mi, kokmaz mı?
Anlayacağınız bizim mahallede durum vahim...
En kötüsü de inandırıcılığımız zayi olmuş...
Bir ata sözü var, “İnsan şerefini kaybetmişse, kaybedeceği başka neyi var” diye...
Bizler de inandırıcılığımızı kaybetmişsek, kaybedecek başka da birşeyimiz yok...
xxx
KGC’nin 64. kuruluş yıldönümü kutlu olsun...
Konya Basın Konseyi’nin de...
Tabi kii, TSYD’nin de...
Çünkü, aynı gemideyiz...
Uyanın artık...
Batıyoruz...
Boğuluyoruz...
Eğer birimiz köprü olmayı kabullenmezse, karşı kıyıya geçme şansımız yok...
He valla...
Başka ne diyeyim ki?
Anlayın artık.