Bugünün insanı maalesef, Hz. Allah Teâlâ’yı unutmuş bir halde yaşıyor. İnsanlar sabahtan, gece yatana kadar ancak günlük rutin yapacaklarına odaklanmış vaziyetteler. Namaz kılan kişiler de, aynı vaziyette. Onlar da vakit içinde yüksek sesle okunan ezânı Muhammedi’yi duyunca; ‘Hay Allah nasıl yapsak da, namaza vakit bulsak. Neyse kılarız ya, hele şu işimi bir bitireyim.’ Düşünceleriyle namazı zar-zor kılıyorlar, unutanlar da oluyor tabi. Durum bu merkezde ne yazık ki!
Halbuki dünyâya sâdece Hakk’ı bilmek ve Hakk’a güzel bir kulluk için gelmiş olan insanoğlu, dalmış dünyâya ve içindekilere, bir sürükleniş ki bu, sonu hayır olmayan bir perişanlığa doğru gidiştir. Hakk’ı ve O’nun emirlerini hayâtının bir köşesine iten insan, dâimi bir aldanıştadır. Ancak günümüz insanı, her biri birbirinden kıymetli dînin yüce emirlerinin hayâtına müdâhele edilmesini istemiyor ve âdeta; ‘Bırakın beni, istediğim gibi keyfimce yaşayım’ diyor. Kimsenin hayâtına karışmasını, müdâhale etmesini, istemiyor. Bu olabilir mi? Bu ne aymazlık? Hayatta doğru yaşamak için kurallar vardır. Kuralsızlık, başıboşluk her zaman kişiyi felâkete götürür.
Bilinsin ki, hayatta mutlu ve huzurlu yaşamak isteyenler, ancak ve ancak bizi özenle yaratan Rabb’imizin emirlerine tabi olmalılar. İnsan duygu ve hisleriyle insandır. Madde ve materyalist düşünce, hiçbir şekilde insanın duygularına kıymet vermez, vicdan ve merhamet, sevgi ve şefkat insanın mayasında vardır. Atâullah el-İskenderi der ki; ‘Yâ Rabb’i Sen’i bulan neyi kaybetti? Sen’i kaybeden neyi buldu?’ İçinde ‘Allah’ hissi taşıyan kimselere yaşadığı mahrumiyetler, ziyanlar, kederler pek zarar vermez. O der ki, ‘Bunları veren Rabb’imdir, O beni görüyor. Her zorun bir bitişi vardır, sen sabret gönül.’ Bu, ne güzel bir bakış açısıdır! İşte böylesi düşünceyi, rûhunda Hakk’ı bilenler taşır. Ama Hakk’tan gâfil olan bir yüreğin içinde vâveylâlar kopar, sıkıntılar ve belâlarla karşılaşınca üzülür, ezilir, feryatlar koparır. Neticede kendine eder, sağlığı bozulur, psikolojik problemlere düçâr olur.
Şurası hakikat ki iman, her zaman kişiye doğru telkinler verir. Hakk’ı tanıyan kişiye, Hakk dâima doğruyu buldurur. Dünyânın en bahtiyar kimseleri, Cenâbı Hakk’ı tanıyan kişilerdir. Allah Teâlâ’yı unutanlar ise hayâtın en şaşkın kimseleridir. Onlar için her şey problemdir. Bulduklarına şükretmezler, bulamadıklarında devamlı şikâyet ederler. Böyleleri hep mutsuz ve huzursuzdurlar. Halbuki Cenâbı Hakk’ı tanıyan kişiler, her türlü müşkül ve sıkıntılarında Rabb’lerini yanında hissederler. Peki, bu ne ile sağlanır? İmanla tabi ki. İman, insan için en değerli hazinedir aslında. Hazine değerinde olan imânın yeri insanın kalbidir. İnsanın kalbi de vücûdundaki en kıymetli organıdır. Kalp gâfil bırakılamaz. Gerçek o ki, kalp, zikirle, fikirle uyandırılır. Zikirsizlik, fikirsizlik kişiyi gaflete düşürür. Kalpte Kîainâtın Yüce ve Aziz Sâhibine karşı sevgi olmazsa orası gereksizler, lüzumsuzluklar mekânı olur. İşte bu hal, insanı gaflete düşürür. Gaflet bugünün insanının en bâriz vasfıdır. Gaflete düşen insan, suflî arzuların peşinde ömrünü harcar. Dolayısıyla kişi Hakk’ı unutur, heva ve heveslerinin kulu, kölesi olur. Bu hususta bir Allah Dostunun çok ibretlik sözlerini buraya almadan geçemeyeceğim sevgili okurlar. “Gaflet; anlık zevkler uğruna, ebedi saadeti felâkete çevirmek ve fânî dünya hayâtını bâkî cennete tercih etme ahmaklığıdır. Gaflet; günün ortasında güneşi kaybetmektir. Gâfil kimse, okyanus ortasında dümeni kırılmış bir gemiye benzer ki, hangi girdapta boğulacağı belli değildir.
Gaflet, hakikate karşı kalbe perde çekmektir. Gaflet mayın tarlasında pervâsızca koşmak, uçurumların kenarında dikkatsizce dolaşmak, yâni haramlara, kerahatlere ve şüphelilere fütursuzca atılmaktır. Mevlânâ’nın tâbiriyle, ‘Kuzunun kurda sevdâlanmasıdır.” 1
Her birerlerimizin Müslümanlar olarak gaflete dalmadan, uyanıkça yaşamak olsun niyâzımız derken, sizleri En Güzele emânet ediyorum efendim.
1Topbaş Osman Nuri, Müslümanın gönül dünyası, İst, 2021, s.59