Görüntüler, gözlerimizi bağlıyor. Gördüklerimiz göz bağına; bir çeşit büyüye dönüşüyor. İnsan, işin aslını, önünü ve arkasını hiç arayıp sormamaya yazgılı sanki.
Yalnızca yüzeydeki ve o anki gördüğü kadarına inanıp, buz dağının altındaki asıl devasa paydan yana habersiz olan insandan bahsediyorum. Hemen hemen hepimizden söz ediyorum. Acziyet mi, ihmal mi ya da cehalet mi denmeli buna? Yok, durumu en iyi ifade eden sözcük, ‘gaflet’ olmalı aslında. Evet gaflet koymalıyız hatta bu yazının başlığını.
Yalnızca en üst katmandaki ve ilk bakıştaki görüntü, o şey hakkında, her nasılsa enine boyuna ve derinlemesine fikirler edindirip önemli kararlar aldırabiliyor bize. Hayati ve ölümcül hatalar ve kazalar geliyor bunun ardından, ‘kusurun yüzde yüz bize ait’ olduğu.
Söz gelimi, bugün yaşadığımız iyi ya da kötü diye tanımlayabileceğimiz herhangi bir şey, kim bilir ne zaman ve nerede dünya tarlasına ektiğimiz bir tohumun hasatıdır acaba? Ve bugün ektiğimiz tohumlar da, yarın bir gün serpilip karşımıza çıkacak, ömür vefa ettiği müddetçe (Gerçi ömür vefa etmese ne olur, elbet karşılaşacağız hasatlarımızla) hiçbir şeyin boş yere ve sebepsiz olmadığını mıh gibi aklımızda tutmamız lazım. Şems-i Tebrizi’nin “Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır” sözünü de öyle…
En başta bahsettiğim o ‘yalnızca o anki görüntünün bağladığı gözlerimizin bağını’ çözerek kendimizi esaretten ve gafletten kurtarıp hürriyete kavuşturduğumuz zaman açılıp genişleyecektir herhalde basiretimiz ve ferasetimiz. Hikmet denen o yüce ve yüksek olguya tam anlamıyla ulaşmamız zaten söz konusu dahi edilemez elbette fakat alınacak bir arpa boyu yolun sağlayacağı yakin, çok şeyi değiştirecek, en azından gözümüzdeki bağın tesirini azaltacaktır.
Yazılanlar şimdiye kadar fazla soyut ya da havada kalmış gibi görünüyordur belki de. O halde ete kemiğe bürünmüş ve ayağı yere basan sağlam ve somut misaller getirelim bu noktada. En basitinden. Örneğin, birisine maddi ya da manevi bir şekilde herhangi bir zarar ya da eza verdiğimizde, bu düşmanlığın nefsimizi besleyen lanetinin yalnızca o anki doyumu, ‘insanın ne yaparsa aslında sadece kendisine yapacağı’ şeklindeki kadim öğretiyi unutturuyor bizlere. Kötülük yapmanın verdiği şeytani haz, aklımızı başımızdan ve dinimizi de kalbimizden çekip alıyor bir anlığına. “Aklı olmayanın dini yoktur” ifadesi vardır bir Hadis-i Şerif’te. Gözler, o anın nursuz ve melun ışıltısıyla kör edilip bağlanınca da gerisi kolay oluyor zaten. Bunun, kendi tarlamızda lanetli ekinler verecek olan yani yine kendi tarlamıza ektiğimiz bir nifak tohumu olacağını unutuyoruz bir anlığına. Zararı başkasına verdiğimiz sanrısı, sarhoşa çeviriyor bizi. O anlık görüntünün, gerçeğin o anki görünen kadarını işin hepsi ve tamamı sanıyoruz, tutuklu aklımız ve bağlı gözlerimiz yüzünden.
Tabi madalyonun sadece bu karanlık yüzü değil, bir de aydınlık tarafı mevcut. İyilik yap denize at, balık bilmezse Halık(Yaratıcı) bilir… Deniz yerine tarla metaforu üzerinden gittiğimiz için, dünya tarlasına hayırlı tohumların ekilmesinden bahsedildiğini söyleyebiliriz burada. Söz konusu iyiliğe mazhar olan muhatabın olası bir nankörlüğü ya da kıymet bilmezliği ise, yapılan iyiliğin değerinden bir şey eksiltmez, deniliyor. Atasözlerinin çoğunda ezoterik diye tanımlamanın hata olmayacağını sandığım kıymetli bilgiler ve bilgece yaklaşımlar gizlidir zaten. Bu da onlardan birisi…
Konuya bir daire çizdirerek kendi etrafından döndürmem ve başladığı yere bağlamam lazım şimdi. Ne demiştik? Göz bağları… Buz dağının yukarıda kalan küçük payının altında sakladığı asıl dağdan yana habersiz oluşumuz… Yalnızca yaşanan o an’a inanıp, zamanın hiç akmayacağını ve işleri de kendi yoluna koymayacağını sanmamız… Tüm bunlar, yaşadığımız sürece hiç boşluk kalmadan an be an bağlanan gözlerimizdeki dar ve kısıtlı bakışlardan dolayı gerçekleşiyor. Oysa bugünün yarınları, ekinlerin hasatları ve buz dağlarının suyun altındaki asıl muazzam büyüklükteki aslan payları var.