Format

Ayşe Aslı Duruk

Söylenecek olan her şeyi söylemiş, yapılacak olan her şeyi yapmış, dahası, yaşanacak olan her şeyi yaşamış olduğunu düşünen, öyle hisseden hatta bundan emin olan birisinin bir sabah, nasılsa yeniden hissettiği yaşama arzusu, enerjisi ve sevinci nasıl açıklanabilirse, işte tam da o açıklamayla anlatılabilecek ve bizlerce sebepsiz görünen mucizevî dokunuşun, tam onikiden isabet ettiği yerdesin.

"Söylenecek çok şey var daha" diyorsun en gür sesinle, sırtını dikleştirip başını kaldırarak. "Yapılacak ve yaşanacak olanlar da bir o kadar fazla hem!"

Geriye dönüp baktığında ve orada hiç bir şeyi bulamadığında, geçmişinin sinende eriyip kanına çoktan karıştığını; şimdi her şeyin zaten seninle, içinde ve yanında olduğunu anlıyorsun. Yok. Geçmişini yanında taşımandan bahsetmiyorum. Tüm bunların bir ağırlık, ya da, yük olduğunu söylemiyorum ki 'taşımak' fiilini kullanayım. Öyle demiyorum. Daha ziyade, bugünün bir tarafının sıkı sıkıya düne ve diğer tarafının da yarına dayalı olduğunu söylerim çünkü hep. Domino taşları gibi...

Fakat bugün... 7 yılda bir, yenilendiği söylenen bedeninin bilmem kaçıncı yenilenişine gözlerinle şahit oldun, sabah vakti. O çok sevilen ve kullanılan deyimler işte, bilirsin: kartların yeniden dağıtılması, oyunun yeniden kurulması, yeni düzen, falan... Hakikaten! Bahsettiğim şey, 'gençleşmek' gibi akla ilk geliverecek olan sıradan bir şey de değil üstelik. Yenilenmek, diyorum. Yenilenmek! Gençleşmeye kıyasla daha devrimci, radikal, derin, yüksek ve sarsıcı bir şey.

Artık kim format attı, ya da, kim güncellediyse!

Neler oluyor!?

Fakat rasyonel bir düşünce yapın var işte, azizim... Neden sonuç ilişkisine, etki tepki yasasına ve gerçekçiliğe karşı derinden hürmet duyup, fikren bunlara itaat ediyorsun. İlahi, kutsal ve mistik olana da karşı koyamadığın bir meylin var elbet. O halde... Durduk yere olamaz ya tüm bunlar! Sebepsiz yere...

Pekala....

Kutlu ve göksel bir el, sırtını sıvazladı diyelim hadi. İlahi olanın önünde saygıyla eğilip, belirsiz ve esrarengiz bir hedefe doğru yöneltilmiş bir bakış fırlatalım. Bir el, sırtını sıvazladı, tamam. Fakat iş, sorgulanamayacak bir mecraya adım atmış oluyor böylece. Neden sorusuna verilen cevap, nasılları açıklayamıyor oralarda. Tüm bu beklenmedik yenilenme halleri, ki bu hallerden söz etmeyi başka bir yazıya saklıyorum, ilahi bir lütfun düğümlerinin, vakti gelince çözülüyor oluşu olsun. Peki ya, rasyonelliğe ne olacak? Nasıllar zaten el değmeyecek kadar dokunulmazdır ama "neden?" diye de mi soramayacağım o halde? Bahar değilken, bayram degilken, eniştem beni neden öpmüş olabilir? Bu, yaz mevsiminin sonunda açmaya başlayan demirden ve kış soğuğuna karşı bile dayanaklı olan gül goncalarının sebebi-i hikmeti nedir? Acaba?

Yoksa, yeryüzü için vakit artık çok geç derken, yedi kat göğün tabi olduğu zaman mı doldu, adaletin bu tecellisi için?

Ben adalet diyeyim, siz lütuf...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.