Sevgili Filistinli kardeşim,
Varlık sahasında ve cisim aleminde tanışmıyor olsak dahi göklerce belirlenmiş ve ilan edilmiş olan din kardeşliğimiz hasebiyle seni hissediyor ve anlıyorum. Her ne kadar, Dünyevi fizik yasalarının işlemediği bir zeminde seninle birlikte olduğumu bilsem de 'ateşin düştüğü yeri yakması' kanununu delip geçemeyecek kadar aciz ve zavallı beşerler olarak o kahpe ateşin oluşturduğu yıkımları her gün elimiz kolumuz bağlı izliyoruz. Sana karşı yöneltilmiş olan bu acımasızca saldırıda kullanılan orantısız ‘güç’, meleklerin önünde secdeye kapandığı Hazreti İnsan'ın insanlığına leke sürüp onların itaat ettiği gerçek efendilerine -İblis’e-olan bağlılıklarının ve köleliklerinin görkemli bir nişanesidir .
Nasıl geçiyor günleriniz, sahi? Gündüzleriniz? Ya geceleriniz? İçinde dinlenmemiz için yaratılmış olan gecenin şerrinden Yüce Allah’a sığınırken o gece karanlığını aydınlatan kandilin, bugünlerde yıldızlar olmayışını izliyorsunuz. Haince kurulmuş olan pusular ve tuzaklardan patlayan her türlü ateşle beraber aydınlanan gökyüzünüzün dile gelip şahitlik edeceği o günde hakkınızı alacaksınız. Tüm bunlar ümit ve teselli değil, iki kere ikinin dört etmesi gibi ve kadar kesin ve tartışmasız hakikatlerdir. Ne var ki yazgısı yalnızca 'güzel bir sabır' gerektiren zaferin gecikmiş ya da gecikiyor gibi görünüyor oluşu, gözlerinizi bağlamasın ve aklınızın üzerini örtmesin. Öyle değil midir ki akletmenin esas merkezi kalptir. Gönül ve kalp meskenidir ki en büyük lütuf olan imanın da asıl ve kutsal diyarıdır. O halde, "O zaferin gecikmiş ya da gecikiyor gibi görünüyor oluşu kalbinizi karartmasın, körleştirmesin ve o diyarın üzerine ölü toprağı serpip de kalbinizin üzerini örtmesin." diyelim.
"Coğrafya kaderdir" derler ya hani, Sevgili Filistinli kardeşim, bu söze katılmamak, özellikle de bugünlerde hak vermemek, elde mi hiç? Antika dükkanında dile gelen fincanın hikayesini bilir misin sen, bir de? Hani vitrindeki incecik ve ışığı neredeyse olduğu gibi geçiren, o zarif ve insanda 'dokunmaya kıyamamak' hissini uyandıran porselen fincanın dile gelip de kendisini hayranlıkla izleyenlere söyleyip anlattıklarını? Ustasının onu topraktan canını yaka yaka koparıp fırında alaz alaz yaktığını, dövüle dövüle sonunda o inceliğe ve ihtişama sahip olduğunu anlattığı hikayeyi? İşte senin coğrafyan ve meskenin de o antika dükkanı ve sen de incelik derecesi kendi terminolojisinde 'zarf' sözcüğüyle betimlenen o harikulade incecik porselen fincansın. İçinden alkol içilen o kaba saba ve kalın bardaklar ve kupalar, hakikatte kendilerini feda ediyorlar, seni o hale getirmek için ama gönül gözleri kör olanlara neyi anlatabiliriz ki? Bırak, kazanacaklarını sansınlar.
Dünya hayatı işte... Hayat sözcüğünü tek başına kullanıp da onu yalnızca 'buraya' özgü kılmaktansa kastedilmek istenenin hangi ve nereye ait olan bir hayat olduğunu belirtmek yakışmaz mı bizlere? O yüzden, 'Dünya hayatı' işte... Bir tiyatrodan, kurgudan oluşan, rollerin ezelden dağıtıldığı ,'ahiretin tarlası ‘… Ekilen nifak tohumlarının ata ve ana yurtta vereceği zehirli meyvelerden yiyeceklerini bilmeyen cahil ve gafillerin saldırıları, sizlerin hayırlı tohumlarına bereket ve verimlilik katarken televizyonlardan izlediğimiz ateşin yalazı yüzümüze bir kırbaç gibi vuruyor yine de. Vurmuyor sanma! “Tevekkül Allah’adır; zillete katlanılmaz!”sözü, sanmayın ki bizlerin yaşananlar yalnızca birer seyirci olarak kalmamıza izin veriyor. "Sizin evleriniz yanıyorken bizim de içimiz yanıyor" diyerek kendimizi avuttuğumuzu, kolaya kaçtığımızı ve vicdanımızı rahatlattığımızı sanmayın. Yanınızda yeterince bulunamadığımız için günü gelip de sizlerin kazanacağı zafer ile bile bu süreçte alnımıza çalınmış olan kara aklanmayacak. Farkındayız!
Sevgili Filistinli kardeşim, sevgili din kardeşim, cismi uzlette,hakikatı gönlümde olan kardeşim. Beni soracak olursan içinde bulunduğum şartlar, yanına koşup gelivermem için elverişli değil. Aklımın ederi ve değerini pazara çıkarsak hakikatte kaç paradır bilmem ama sizi emanet ettiğim merciinin büyüklüğüne sığınıyorum. Geciktikçe değeri ve anlamı artan her ödül gibi, hakkınız olan nurlu zaferi kazanıp muzaffer olduğunuzda, kardeşçe bir nazarla bana bakıp “…göz kırptığını…” görmek, dünya gözüyle nasip olur mu, olmaz mı, bilmem? Fakat ahiret yurdunda, o incecik porselen fincanların içinden içeceğimiz kutlu bir içecekle zaferinizi kutlayacağız.