Hani bir dönem vardı;
Ömrünün sayılı günlerini bekliyordu da hutbeden şöyle seslenmişti;
“Ey Müminler!...
Bende hakkı, hukuku olan var mı? Olan hemen gelsin ve Allah hakkı için, büyük kıyamet günü hesaplaşmasından önce hakkını alsın…" diye sesleniyordu…
Biri nübüvvet mühründen öpe bilmek için;
“Sırtıma yanlışlıkla da olsa deveni sürerken kırbaçla vurdun, kısas isterim…” diyordu…
Gelmiş, geçmiş ve daha geçecek olan yer yüzündeki herkesten en sevimlisi ve hayırlısı, Âlemlerin Efendisi de mübarek sırtını açarak;
“Kırbacı getirin de, Ukkaşe hakkını alsın...” diyordu da Mescid sarsıla sarsıla ağlıyordu…
Hz. Ebu Bekir, Hazreti Ömer koşuyorlardı;
“Ey Ukkaşe yapma, bizi kırbaçla” diye ağlayarak yalvarıyorlardı…
***
Yine bir dönem vardı…
Ağlayarak;
“Kenar-ı Dicle'de bir kurt kapsa koyunu, gelir de ADL-İ İLAHİ Ömer'den sorar onu! ...” diyen, Beytül Malın en emniyetli emanetçisi yokluklar içinde varlığı ile Âlemi İslam’a adalet timsali olmuş Halife Ömer vardı…
***
Bir dönem daha vardı;
Ayasofya'dan daha yüksek kubbesi olan bir cami yaptırmak isteğiyle başlıyordu o dönem... Ancak Hristiyan olan mimar işin gereğini yerine getirmiyor; belki de gönlü razı gelmediği için inşa ettiği caminin kubbesi yeterince yüksek tutmuyordu… Bunun kasıtlı yapıldığından şüphelenen işi sipariş eden dönemin Padişahı Fatih Sultan Mehmet ise mimarın elini, dinine uzanmış gibi hissederek kestiriyordu öfkeyle…
***
Davalık oluyordu Padişah, Mimar ile…
“Batı bana kumpas kuruyor” demiyordu, Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmethan…
Davalının Padişah olması uygulanacak olan prosedürü de değiştirmiyor ve Fatih kendi şehrinde, üstelik bir Hıristiyan davacının önünde kendisini savunmaya çağrılıyordu kendi Kadısının huzuruna...
Mahkeme salonu;
Padişah, makamında oturan Hızır Bey'in karşısında sıradan bir sanık gibi ayakta duruyordu...
Kadı Hızır Bey;
“Sen Murat oğlu Mehmet! Bu kişinin elini yargılamadan kestirdiğin için kısas olunacaksın! senin elinde onun ki gibi kesilecek… Ya da onu razı edebilirsen, ölünceye kadar onun ve ailesinin geçimini temin edersin." diyordu…
***
Bu adaletli karar karşısında mimar dayanamayarak Padişah'ın ellerine kapanıyor, yapılacak kısası engelliyordu...
Herkes dağıldıktan sonra Sultan Fatih, Hızır Bey'e hitaben;
"Eğer padişahlığımdan korkup, haksız bir karar verseydin, billahi kılıcımla kelleni kesecektim." diyordu…
Bunun üzerine Hızır Bey kürsünün altından çıkardığı topuzunu göstererek;
"Hünkarım, siz de padişahlığınızdan gururlanıp, mahkemenin kararını dinlemeseydiniz, karara uymasaydınız, billahi bu topuzla başınızı ezerdim." diye biliyordu…
Şimdi de bir dönem var;
En alçakça, en adice işlenmiş suçların infazını bile mahkemelerden değil de, cezaevlerinde yatan suçlulardan beklediğimiz bir dönem;
“İçerde onun cezasını mutlaka verirler, inşallah yaşatmazlar” diye birbirimizi teskin etmeye, kanayan vicdanlarımıza tuz basar gibi, adaleti suçludan beklediğimiz farklı acayip bir dönem…
Yine bir dönem var yaşadığımız;
Beytül Malı talan edenlere, İslam toprağında gücümüzün yetmediği, taa gayri Müslim topraklarında, Hıristiyan savcıdan medet umduğumuz acı bir dönem…
***
Niye susuyorsunuz;
Ey bu dinin sahipleri(!) anlatın bize, içinde bulunduğumuz bu zilleti…
“Ümmetimden iki sınıf ilmi ile amel ederse, insanlar kurtulurlar; Âlimler ve Hâkimler.
Eğer bu iki sınıf bozulursa, bütün halk bozulur ve ortalığı fesat kaplar” (Hadisi Şerif)