Ayet ve hadislerde Müslümanların öne çıkarılan en önemli özelliklerinden ikisi ferasetli ve basiretli olmaları veya olmalarının istenmiş olmasıdır.
Bu konu ile ilgili ayetlerle başlayalım:
Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez. (Bakara Suresi Ayet 269)
-Elbette bunda 'derin bir kavrayışa sahip olanlar' için gerçekten ayetler vardır. Hicr Suresi, 75. ayet:
-Gerçek şu ki size Rabbinizden(cc) basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim. En'am Suresi, 104. ayet:
- Kör olanla (basiretle) gören bir değildir; Fatır Suresi, 19. ayet:
-İşte bunlar; Allah(cc) onları lanetlemiş, böylece (kulaklarını) sağırlaştırmış ve basiret (göz)lerini de kör etmiştir. - Muhammed Suresi, 23. ayet:
Konu ile ilgili Sahih Hadislerde şöyledir:
-Ebû Saîd el-Hudrî’den nakledildiğine göre Rasulullah (sav), “Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah’ın(cc) nuruyla bakar.” buyurdu ve ardından, “Elbette bunda feraset sahipleri için ibretler vardır.” (Hicr, 15/75) âyetini okudu.”(T3127 Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 15; MK7497 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr , VIII, 102)
-Ebû Hüreyre’den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Mümin, bir delikten iki kere sokulmaz.” (B6133 Buhârî, Edeb, 83; M7498 Müslim, Zühd, 63)
Bu ayet ve hadislerden sonra feraset kavramının uzun uzadıya tarifinin yapılmasına gerek olmadığı kanaatindeyiz.
Genel kabul edilmiş anlayışa göre basiret ve feraset çoğu zaman birbirinin yerine veya eş anlamlı olarak kullanılmakta ve bakılmakta olan şey bir olaysa bu olayın önünü, arkasını zahirini ve perde arkasındaki sebeplerini derinliğine görebilme ve geçmiş olayları şimdiki ve gelecekteki olabilecek durumları aynı anda görüp değerlendirebilme anlamlarında kullanılmaktadır.
Dolayısıyla feraset ve basiret dendiği zaman, hem uzağı görüş, seziş, anlayış, kavrayış, sağgörü, gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği hem de kuşatıcı ve derinlikli” bir bakışla olaylara bakabilme kastedilmiş olmaktadır.
Hatta yeni tabirlerle ifade etmek gerekirse bir kişinin veya kurum için misyon ve vizyon anlamları da basiret ve feraset kelimeleri ile ifade edilebilir.
Bütün bu bilgilerden sonra özellikle sona ermekte olan miladi yıl içinde yaşadığımız olaylara bakılınca Müslüman bir insanın fıtratı gereği kimin sahih bir inanç ve amel gereği yaptıkları ile sözlerinin aynı olduğunu, kimlerim münafıkça davrandığını ve cerbeze ustası ve demagog olarak kimin yalancılardan olduğunu anlamasının her zamankinden çok daha önemli olduğu ortaya çıkıyor.
Yukarıdaki ayeti kerimeler ve sahih hadisler başta olmak üzere bütün ayet ve hadisler ışığında ortaya konulan söz ve amellerin sahih olup olmadığına bakarak anla(ya)mıyorsa ve bil(e)miyorsa ortada hem kendisi hem de içinde yaşadığı toplum açısından çok büyük bir problemler var demektir.
Söz buraya gelince elbette son 2 hafta içinde yaşanan 2 olay ve önümüzdeki günlerde gündeme getirilecek bir kanun teklifi hakkında birkaç söz söylemek gerekecektir.
17 Aralık günü İstanbul da yapılan sözde Şeb-i Arus töreninde Türkçe Kuranı Kerim(Her ne oluyorsa artık) okunması ve kadınlı erkekli sema ayininin yapılması hakkında herkes bir şeyler söylese de sema olayının daha fazla öne çıkarılmış olması sebebiyle asıl odak noktası olan Türkçe Kuran meselesi biraz gözden kaçırılmış gözükmektedir.
Gerçi bu ilk defa olmuyor bu memlekette. Çünkü bu tür nabız yoklamaları ve uygulamaları nedense hep tek parti iktidarları zamanında yapılıp ediliyor.
Mesela zinayı suç olmaktan çıkarıp, eşcinselliğin yasallaştırıp, domuz ürünlerinin kasaplık et haline getirilmesinde gerektiği tarzda seslerini yükseltmeyenlerin bu günlerde Kuran Türkçe okundu, kadınlı erkekli sema yapıldı ve Ezanı Muhammedinin tekrar Türkçe okunması talepleri dillendirildi diye feryat etmeleri anlaşılır değildir.
Diğer bir konu ise Üniversitelerin bulunduğu şehirlerde gençler arasında artan deizm ve fuhuş probleminin gündeme getirilmesi ve İslam dininin sembol ve değerleriyle, duayla, namazla alay edenlerin kim olurlarsa olsunlar, öldüklerinde cesetlerinin camilerimize sokulmaması ve cenaze namazlarının kılınmaması konusundaki açıklamaların yeterince destek bulmamış olmamasıdır.
3. mesele ise çok daha vahim.
Önümüzdeki günlerde TBMM gündemine gelecek ve sonucu dernek ve vakıflara kayyum atamaya kadar gidebilecek olan Terörizmin Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifinin neredeyse Örgütlenme Özgürlüğünü yok edecek kadar zorlama yetkiler getiriyor olmasıdır.
İlk iki konuda olduğu gibi bu 3. Konuda anlı şanlı STK lar ne yapıyor derseniz bu güne kadar 570 kadar dernek ve vakfın cılız bir basın açıklamasından başka bir şey gören duyan olmadı.
Yukarıda bu tür işler hep tek parti iktidarları döneminde oluyor dedik ya, burada bir parantez açarak dernek ve vakıfların oluşturmaları gereken sivil toplum baskısının da en zayıf olduğu dönemlerin tek parti iktidarları dönemi olduğunu özellikle vurgulamak istiyoruz.
Toplumları aydınlatmada fertlerin üzerine düşen görevlerden daha fazla sorumluluk almaları gereken STK ların da çok garip bir şekilde basiretsiz ve ferasetsiz demeyelim oluşturulmaya çalışılan yenidünya düzeninin Türkiye ayağına ayak uydurmasalar bile üst seviyeden göstermeleri gereken tepkiyi gösteremiyor olmaları insanın canını acıtıyor.
Konuyla ilgili olarak eteğindeki taşı dökecek çok fazla kesim olduğunu ifade ederek son günlerin moda deyimi mutasyon ile bitirelim.
Yaşadığımız corona süreci acı bir şekilde gösterdi ki maalesef insanlarımız virüsten daha hızlı mutasyona uğramaktalar.