Cüneyt Arcayürek, “Nereden Nereye Geldik (mi?) isimli yazısında özet olarak şöyle diyor: “Bugün “kutsal mekân” ilan ettikleri sarayda içki içilmesine karşı çıkan, tekbir getirip kapısı önünde namaz kılanlar… dün o saraylarda kimi padişah efendilerinin… örneğin ünlü Fatih’in, Yavuz Selim’in, Yıldırım Beyazıt’ın içki içtiğini, 4. Murat’ın hem içkici hem de içki yasağı getiren bir devletlû olduğunu…
… hatta sarayın şarap ihtiyacının Kıbrıs’tan karşılandığını bilirler bilmesine de, dini siyasette bayrak yapan bir siyasal anlayışın sokaktaki ayağı olarak, Osmanlı döneminde sanki hiç kullanılmamış gibi sarayda şarap, içki üzerinden Batı kültürüne isyan bayrağı açarlar” (1).
Alperen Ocakları üyelerinden bir gurup, piyanist İdil Bret’in Topkapı Sarayı. 1. Avlu’daki konserine, sarayda içki içileceği ve açıkhava meyhanesine çevrileceği endişesiyle Topkapı Sarayı önünde gösteri yaptılar, tekbir getirip iki rekât namaz kıldılar.
Daha sonra iş tatlıya bağlandı. Alperen Ocakları söz konusu piyanisti ziyaret ettiler, kahvesini içtiler.
Bir kavim, diniyle / kültürüyle değerleriyle tarihiyle ayakta durabilir. İslam ümmeti de böyle, küfür milleti de. Başka bir ifade ile batı medeniyeti de böyle, doğu medeniyeti de böyle.
Kâbe-i muazzama’yı bırakıp, Batı’yı kıble edinmek cehalet ve dalalettir. Çünkü Batı kültürü, Yahudilik ve Hıristiyanlığın ürünüdür. İslam kültürü ise, vahyin ürünüdür.
Alperen Ocakları üyelerinden bir gurubun, Atatürk’le başını ve yüzünü Batı’ya çeviren Cumhuriyet’e saldırı ile ne ilgisi var.
Batı’ya baş ve yüz çevirmek, bilimin de zararlı gördüğü içkiyi içmek midir? Batı’yı kıble edinen zihniyet, Batı kültürünü sadece içki, içmek, zina etmek, alanları, kapalı veya açıkhava meyhanesine çevirmek gibi gayriahlâkî davranış ve yaşayıştan ibaret sanmaktadır. Ortodoks ve Katolik mezhebinde gayriahlâkî davranış ve yaşayış yasaktır. Saliklerinin birçoğu, gayriahlâkî davranış ve yaşayıştan uzaktır.
Mesela Rus olan bir iş adamı, ticaret yapmak maksadıyla Suudi Arabistan’a götürdüğü kızları fuhşa teşvik ediyor. Ortodoks mezhebinden olan kız buna direniyor, diğerleri kabul ediyor. Orada bir aile ile tanışan bu kız evinde kaldığı ailenin oğlu ile evleniyor, araştırma sonucu Müslüman oluyor ve ülkesine eşi ile birlikte dönüyor. Rusya’da konsoloslukta başörtüsünden dolayı zorlukla karşılaşıyor, direnme ve mücadele sonucu pasaportunu alarak kocasının ülkesine dönüyor (2).
Bunun için Batı’nın ayak takımının süfli yaşayışı Batı kültürünü bir bütün olarak yansıtmaz. Batı kültürü denince, Batı’nın ulaştığı bilim ve teknik de akla gelmelidir. Bizim, Batıdan faydalanacağımız husus onun bilimi ve tekniğidir. Dün onlar, bizi bu konuda örnek alarak reform ve Rönesans’ı gerçekleştirerek bu noktaya geldiler. Aklı başında olan Batı devlet adamları ve aydınlarının bugün Batı’nın içine düştüğü gayriahlâkî durumdan rahatsız olduğu inancındayız.
Batı kültürü, vahyin karşısına dikilen bir anlayıştır. Batı kültürü Kâbil’i, vahiy ise Habil’i temsil eder. Kâbil, zulmün ve gayriahlâkîn temsilcisi, Habil ise adaletin ve ahlaki değerlerin temsilcisidir. İkisi arasındaki mücadele kıyamete kadar devam edecektir.
İstanbul, 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmaya aday bir kent ise, bunu Batı’nın gayriahlâkî yaşayışına aday şeklinde anlamak marifet midir? Taklitçi, efendisinin bilim ve teknikte ulaştığı mesafeye ulaşabilir mi?
İstanbul’un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmaya aday bir kent olmasının sebebi, AB’ye girebilmek içindir. Batı’yı kıble edinen zihniyet, zulmünü mevkisini ve gayriahlâkî yaşayışını kaybetmemek için dünyaya açılmak istememekte ve statükoyu devam ettirmek istemektedir. İttihat ve Terakki zihniyeti, hükümetlerin hazineyi doldurduğu zaman iştahı kabarmakta, irticaı hareketleri ve laikliği bahane ederek on senede bir ihtilal yapmaktadır. Şimdide, “İrticai Hareketlerle Mücadele Eylem Planı” adı altında ihtilal yapma teşebbüsü içerisindedir.
Fatih’in, Yavuz Sultan Selim’in, Yıldırım Beyazıt’ın 4. Mutat’ın içki içtiği konusunda kaynak verilmesi gerekir. Kaynak verilmeden böyle yazmak ve konuşmak abes ve iftiradır. Çünkü bu insanlar Devlet-i âliye-i Osmaniye’yi şeriat hükümleriyle idare etmişlerdir.
Hilafet, Mısır’ın fethiyle Osmanlı Devleti’ne geçmiş dolayısıyla ilk halife Yavuz Sulatan Selim’dir. Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi, Yavuz Sultan Selim’e şöyle diyor: Eğer şeriat’a aykırı emirler verirsen ben de senin hal’ine fetva veririm.”
Şeriata göre, içki içtiği tespit edilen kimseye 40 sopa vurulur. Söz konusu Sultanlar içki içmiş olsaydı onlara had uygulanırdı; çünkü şeriata göre, herkes hukuk önünde eşittir.
Onların içki içmesi, sarayın içki ihtiyacının Kıbrıs’tan karşılanması, vahyin yasakladığı, bilimin zararlı gördüğü içkinin içilmesini meşru hale getirmez.
Onlar hataya düşmüş ise biz de mi düşelim? Hani, bilim Batı’yı kıble edinenlerin rehberi idi? Ne oldu? İçki birçok hastalığın müsebbibinin olduğunu, akciğeri bitirdiğini, kansere, vereme sebep olduğunu, birçok yuvanın dağılmasına, trafik kazalarının ekseriyetinin içki kullanımı yüzünden olduğunu söylemiyor mu?
Batı, sigaranın öldürücü olduğunu, kansere ve diğer hastalıklara sebep olduğunu tecrübe ettiği için kapalı alanlarda içilmesini yasakladı, şimdi de Türkiye’de yasaklanacak. Uygulama 19 Temmuz’da başlayacak. Yarın Batı içkinin yıkımını tecrübe ile tespit eder, yasaklarsa vay taklitçilerin haline. O zaman taklitçiler sesini çıkarmayacak, çünkü efendileri karşısında konuşmaları halterine mi düşmüş. Küçük zalimler hep böyledir, efendisine yaranmak için yaratanına efendisi adına kafa tutar ve vahye ve Müslümanlara aslan kesilir.
Vahiy tatbik için gönderilmiştir. Siyaset, vahye hizmet için vardır, onu hapsetmek için değil. O zaman siyaset zulme dönüşür. Yeryüzüne Kâbil’in siyaseti dünyayı içinde bulunduğu duruma düşürmüştür. Çıkış yolu Habil’in siyasetidir.
İstanbul Habil’in kültürüne başkent olmaya aday bir kenttir. İstanbul’un fethiyle bunu kanıtlamıştı.
ÖSS sınavına giren 1 milyon 324 bin 197 öğrenciden 30 bini sıfır puan almasını hükümete yükleme yerine bilimsel olarak bunun sebebini araştırıp, sonuca göre hareket etmek daha doğru olmaz mı?
Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde “İrtica ile Mücadele Eylem Planı adı altında ihtilal yapmaya yeltenen veya mevcut kanunlara aykırı davrananlar ile devletin mücadele etmesi TSK’yi yıpratmak anlamına gelmez, bilakis kuvvetlendirme anlamına gelir.
Başbakan’ın opera, bale, senfoni orkestrası izlememesi eksiklik mi? Bunlarla meşgul olmanın ve bunları izlemenin maddi ve manevi kalkınma ile bir ilgisi var mı? Türkiye Tanzimat’tan beri bunlarla meşgul olmakta ve bunları izlemektedir; kalkınabildi mi? Başbakanın kulağının Kur’an-ı Kerim’de olması takdire şayandır; çünkü Kur’an-ı Kerim, “İnsanı dosdoğru yola iletir.” (3). Hz. Peygamber (s.av.) Efendimizin buyurduğu gibi, “Vahiyle amel eden kavimler yükselir, amel etmeyen kavimler ise alçalır”
Batı’nı faiz yoluyla dünyayı sömürerek kalkınmasına siz kalkınma mı diyorsunuz? Batı kültürü adına vahye saldırmak, Sultanlara bu şekilde iftira etmek cehalet ve aymazlıktır.
Kaynaklar
Cumhuriyet gazetesi, 14.07.2009
BKZ. O Melike, Yazarı. Muhammed bin Abdurrahman el- Arifi. Er- Riyad, Hicri 1423
Nisa: 9
Alperen Ocakları üyelerinden bir gurup, piyanist İdil Bret’in Topkapı Sarayı. 1. Avlu’daki konserine, sarayda içki içileceği ve açıkhava meyhanesine çevrileceği endişesiyle Topkapı Sarayı önünde gösteri yaptılar, tekbir getirip iki rekât namaz kıldılar.
Daha sonra iş tatlıya bağlandı. Alperen Ocakları söz konusu piyanisti ziyaret ettiler, kahvesini içtiler.
Bir kavim, diniyle / kültürüyle değerleriyle tarihiyle ayakta durabilir. İslam ümmeti de böyle, küfür milleti de. Başka bir ifade ile batı medeniyeti de böyle, doğu medeniyeti de böyle.
Kâbe-i muazzama’yı bırakıp, Batı’yı kıble edinmek cehalet ve dalalettir. Çünkü Batı kültürü, Yahudilik ve Hıristiyanlığın ürünüdür. İslam kültürü ise, vahyin ürünüdür.
Alperen Ocakları üyelerinden bir gurubun, Atatürk’le başını ve yüzünü Batı’ya çeviren Cumhuriyet’e saldırı ile ne ilgisi var.
Batı’ya baş ve yüz çevirmek, bilimin de zararlı gördüğü içkiyi içmek midir? Batı’yı kıble edinen zihniyet, Batı kültürünü sadece içki, içmek, zina etmek, alanları, kapalı veya açıkhava meyhanesine çevirmek gibi gayriahlâkî davranış ve yaşayıştan ibaret sanmaktadır. Ortodoks ve Katolik mezhebinde gayriahlâkî davranış ve yaşayış yasaktır. Saliklerinin birçoğu, gayriahlâkî davranış ve yaşayıştan uzaktır.
Mesela Rus olan bir iş adamı, ticaret yapmak maksadıyla Suudi Arabistan’a götürdüğü kızları fuhşa teşvik ediyor. Ortodoks mezhebinden olan kız buna direniyor, diğerleri kabul ediyor. Orada bir aile ile tanışan bu kız evinde kaldığı ailenin oğlu ile evleniyor, araştırma sonucu Müslüman oluyor ve ülkesine eşi ile birlikte dönüyor. Rusya’da konsoloslukta başörtüsünden dolayı zorlukla karşılaşıyor, direnme ve mücadele sonucu pasaportunu alarak kocasının ülkesine dönüyor (2).
Bunun için Batı’nın ayak takımının süfli yaşayışı Batı kültürünü bir bütün olarak yansıtmaz. Batı kültürü denince, Batı’nın ulaştığı bilim ve teknik de akla gelmelidir. Bizim, Batıdan faydalanacağımız husus onun bilimi ve tekniğidir. Dün onlar, bizi bu konuda örnek alarak reform ve Rönesans’ı gerçekleştirerek bu noktaya geldiler. Aklı başında olan Batı devlet adamları ve aydınlarının bugün Batı’nın içine düştüğü gayriahlâkî durumdan rahatsız olduğu inancındayız.
Batı kültürü, vahyin karşısına dikilen bir anlayıştır. Batı kültürü Kâbil’i, vahiy ise Habil’i temsil eder. Kâbil, zulmün ve gayriahlâkîn temsilcisi, Habil ise adaletin ve ahlaki değerlerin temsilcisidir. İkisi arasındaki mücadele kıyamete kadar devam edecektir.
İstanbul, 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmaya aday bir kent ise, bunu Batı’nın gayriahlâkî yaşayışına aday şeklinde anlamak marifet midir? Taklitçi, efendisinin bilim ve teknikte ulaştığı mesafeye ulaşabilir mi?
İstanbul’un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmaya aday bir kent olmasının sebebi, AB’ye girebilmek içindir. Batı’yı kıble edinen zihniyet, zulmünü mevkisini ve gayriahlâkî yaşayışını kaybetmemek için dünyaya açılmak istememekte ve statükoyu devam ettirmek istemektedir. İttihat ve Terakki zihniyeti, hükümetlerin hazineyi doldurduğu zaman iştahı kabarmakta, irticaı hareketleri ve laikliği bahane ederek on senede bir ihtilal yapmaktadır. Şimdide, “İrticai Hareketlerle Mücadele Eylem Planı” adı altında ihtilal yapma teşebbüsü içerisindedir.
Fatih’in, Yavuz Sultan Selim’in, Yıldırım Beyazıt’ın 4. Mutat’ın içki içtiği konusunda kaynak verilmesi gerekir. Kaynak verilmeden böyle yazmak ve konuşmak abes ve iftiradır. Çünkü bu insanlar Devlet-i âliye-i Osmaniye’yi şeriat hükümleriyle idare etmişlerdir.
Hilafet, Mısır’ın fethiyle Osmanlı Devleti’ne geçmiş dolayısıyla ilk halife Yavuz Sulatan Selim’dir. Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi, Yavuz Sultan Selim’e şöyle diyor: Eğer şeriat’a aykırı emirler verirsen ben de senin hal’ine fetva veririm.”
Şeriata göre, içki içtiği tespit edilen kimseye 40 sopa vurulur. Söz konusu Sultanlar içki içmiş olsaydı onlara had uygulanırdı; çünkü şeriata göre, herkes hukuk önünde eşittir.
Onların içki içmesi, sarayın içki ihtiyacının Kıbrıs’tan karşılanması, vahyin yasakladığı, bilimin zararlı gördüğü içkinin içilmesini meşru hale getirmez.
Onlar hataya düşmüş ise biz de mi düşelim? Hani, bilim Batı’yı kıble edinenlerin rehberi idi? Ne oldu? İçki birçok hastalığın müsebbibinin olduğunu, akciğeri bitirdiğini, kansere, vereme sebep olduğunu, birçok yuvanın dağılmasına, trafik kazalarının ekseriyetinin içki kullanımı yüzünden olduğunu söylemiyor mu?
Batı, sigaranın öldürücü olduğunu, kansere ve diğer hastalıklara sebep olduğunu tecrübe ettiği için kapalı alanlarda içilmesini yasakladı, şimdi de Türkiye’de yasaklanacak. Uygulama 19 Temmuz’da başlayacak. Yarın Batı içkinin yıkımını tecrübe ile tespit eder, yasaklarsa vay taklitçilerin haline. O zaman taklitçiler sesini çıkarmayacak, çünkü efendileri karşısında konuşmaları halterine mi düşmüş. Küçük zalimler hep böyledir, efendisine yaranmak için yaratanına efendisi adına kafa tutar ve vahye ve Müslümanlara aslan kesilir.
Vahiy tatbik için gönderilmiştir. Siyaset, vahye hizmet için vardır, onu hapsetmek için değil. O zaman siyaset zulme dönüşür. Yeryüzüne Kâbil’in siyaseti dünyayı içinde bulunduğu duruma düşürmüştür. Çıkış yolu Habil’in siyasetidir.
İstanbul Habil’in kültürüne başkent olmaya aday bir kenttir. İstanbul’un fethiyle bunu kanıtlamıştı.
ÖSS sınavına giren 1 milyon 324 bin 197 öğrenciden 30 bini sıfır puan almasını hükümete yükleme yerine bilimsel olarak bunun sebebini araştırıp, sonuca göre hareket etmek daha doğru olmaz mı?
Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde “İrtica ile Mücadele Eylem Planı adı altında ihtilal yapmaya yeltenen veya mevcut kanunlara aykırı davrananlar ile devletin mücadele etmesi TSK’yi yıpratmak anlamına gelmez, bilakis kuvvetlendirme anlamına gelir.
Başbakan’ın opera, bale, senfoni orkestrası izlememesi eksiklik mi? Bunlarla meşgul olmanın ve bunları izlemenin maddi ve manevi kalkınma ile bir ilgisi var mı? Türkiye Tanzimat’tan beri bunlarla meşgul olmakta ve bunları izlemektedir; kalkınabildi mi? Başbakanın kulağının Kur’an-ı Kerim’de olması takdire şayandır; çünkü Kur’an-ı Kerim, “İnsanı dosdoğru yola iletir.” (3). Hz. Peygamber (s.av.) Efendimizin buyurduğu gibi, “Vahiyle amel eden kavimler yükselir, amel etmeyen kavimler ise alçalır”
Batı’nı faiz yoluyla dünyayı sömürerek kalkınmasına siz kalkınma mı diyorsunuz? Batı kültürü adına vahye saldırmak, Sultanlara bu şekilde iftira etmek cehalet ve aymazlıktır.
Kaynaklar
Cumhuriyet gazetesi, 14.07.2009
BKZ. O Melike, Yazarı. Muhammed bin Abdurrahman el- Arifi. Er- Riyad, Hicri 1423
Nisa: 9