İki mevsimin arasını bağlayan bir köprünün üzerinden geçiyorum. İki zaman dilimini birleştiren, hepi topu bir lokmacık, 1 2 haftacık günlerin içinden… ‘Sonbahar’ bile, başlı başına bir mola, ya da, hazırlık vakti gibi algılanırken, henüz o bile olamamış günlerin içinden yürüyorum.
Bu köprüye bir isim bulmaya da çok hevesliler. Kimi ara mevsim diyor, kimisi Araf. Hepsi de sakil kalıyor, bu adların. Bu döneme has giysilerin genel ismi ise: mevsimlik. Öyle denilip geçiliveriyor, işte. Ne fark eder? Bu köprünün üzerinden her yıl 4 kez geçiyorum ben, bazen neşeli, bazen de hüzünlü adımlarla.
Yalnız, sonbaharın ismine neden hazandır, hüzündür demişler, işte onu tam bilemiyorum. ‘Yaprakların sararıp dökülmesi’ değil mi? İşte, başlı başına hazin bir olay ve hüzünlü bir manzara! Peki, öyle olsun. Hazan mevsimi olsun. Kulaklarımdan beynimin içine doğru seslenen bu yankıyla birlikte geçerim ben de bu isimsiz köprünün üzerinden. Sorun değil. Her sene yaptığım şey.
Kalın ve sağlam tahtalardan yapılmış, geniş bir köprü burası. Altı yosun tutmuş. Bir yüzü yaza, bir yanı kışa bakan; sonbahar dahi olamamış günlerin, yani işte tam da bu zamanların hatırına kurulmuş, sembolizmle ve atıflarla bezenmiş ve arada kalmışlığı da bir köprü şeklinde vücuda gelmekle ilan etmiş olan bir yapı. Seviyorum burayı.
Çoğunlukla Eylül başlarına denk gelen, ortasına kadar süren, yaz desen yaz değil; kış desen hele hiç değil; hatta -tekrar söylüyorum- sonbahar bile olmayan, olamayan, isimsiz ve kimliksiz günleri, şu arada kalmışlığı, bir şey olamamışlığı, oradan oraya geçişi, bağlayışı ve bağlanışı, seviyorum.
Gerçekten de bugünlerin bir ismi yok.
Eylül’ün ilk günlerine, her kim, hakkıyla bir ad bulabilir ki? En başta anılan isimleri, saymıyorum. Onlar sakildir, demiştik. İsimsiz kalmışlığıyla her zaman biraz boynu bükük, öksüz ve yetim kalan bu günlere bir isim annesi ya da babası da çıkmamış, şu zamana kadar. Bu sahipsiz köprünün uzunluğu da, buradan yürünerek geçen zamana denk, üstelik. Ben diyeyim 10; siz deyin 15 gün.
İnadına sahip çıkıyorum ben de, bu günlere. Köprüyü hem yaz meyveleriyle, hem bahar çiçekleriyle, hem de kar gelincikleriyle donatıyorum, arada kalmışlığını ona bir zenginlik ve çeşit diye sunmak için. Krizi fırsata çeviriyorum, bir bakıma.
Siz de öyle yapın! Eylüllerin ilk yarısına sahip çıkın. Hatta cesaret edebilirseniz, bir de isim bulun bu sahipsiz kalmış mevsimcik için. Mevsimcik? Belki de bu olmalıdır, sonbaharın öncesinin ve yazın sonrasının ismi. Bilemedim. Bu günlere, bu köprüye, hepimizin birlikte yaşadığı bu 1-2 haftalık gerçeğe, hakkıyla bir isim bulamazsak, belki de iki eli yakamızda olur, öbür tarafta. Aman diyeyim. Bu iki elin birisi anlı şanlı yaza; birisi de görkemli ve kasvetli kışa uzanır. Ya donarak, ya da yanarak, yani…
İsim bulunmalı.