Bugün de yazımıza, ‘Selam duâsı’yla başlamak isteriz.
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Son kaldığımız 27. Beyitten devam ediyoruz bugün de kıymetli okurlar;
“ Sırdaşımın dudağıyla birleşmiş olsaydın, ben de söylenebilecek her şeyi ney gibi söylerdim.” (26.Beyit)
‘Ney bir ney üstadının dudağına yaslandı da, onun bilgi ve san’atını insanların istifâdesine sundu. Neyden dökülen nağmeler, ney ustasının nefesinden gelen güzelliklerdir. Ney, ustasına yaklaşınca ondan aldığı güzellikleri aksettirebilmek için bir neyzene, yâni bir mürşidi kâmile, mürşidi kâmilin de ney gibi müritlere ihtiyâcı vardır. Gönül mimârı olan mürşidleri, bülbül misâli dile getiren, gül gibi gönül ihvanıdır. Bülbül, gönül mâcerâlarını güle anlatır. Hz. Mevlâna, bunca gönül dostuna rağmen, yine gönül dostu arar durur. İlâhî sırların sonsuz derinliklerine girmek için Yüce Mevlâsı’sına daha da sokulmak, Mevlâ’sında fâni olmak diler.’ (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, s.56, Konya, 2008)
Her şey herkese söylenmez. Nasihati aşan bâzı sırlar ve rûhi hakikatler vardır ki, onları ancak ârif olanlar anlar. Mânâ boyutundaki incelikler ortaya anlatılacak olursa, o anlatılanlardaki derinlikleri anlayamayanlara fayda yerine zarar verir. Ancak akıllı olanlara, ârif olanlara, hikmetli sözler söylenir. Ayrıca sözü ve sırrı beyan etmeden önce şöyle bir düşünmeli; sırrın açıklanacağı kişi acaba verdiğim bu sırrı tutabilir mi? Bu sırrı vermeme değer mi? Dara düştüğünde sırrımı ifşa eder mi? Gibi fikirleri kafasının bir köşesinde bulundurmalıdır. Çünkü titizlik dışında söylenmiş küçük bir söz, hiç tahmin dahi edilemeyen menfiliklere yol açabilir. Dolayısıyla sır kime söylenir bilinmelidir.
O halde, dost kimdir? Mesnevî’de dost Şemsi Tebrîzî’dir. Mevlâna Hazretleri Şemsi çok sevdi fakat çok kişi bunu anlamadı. Şems, bu sevgi yüzünden çok acı çekti, bu sevginin bedelini canı ile ödedi. Günümüzde dost bulmak hakikaten zorlaştı. İnsanlar hep ‘ben’ düşüncesiyle hareket eder oldular. ‘Benler’ ve ‘benciler’ hep keyfi ve dahi nefsi davrandılar. Derken böylelerinin peşi sıra yanlışlar çıka geldi. Bugün dostlar ‘benci’ olunca, iyi ve kötü günde yanımızda bulunmadılar. Yüce ve Aziz olan Rabbim bizi boş sevdâlarla uğraştırmasın. Hz. Ebû Bekir (r.a) Peygamber Efendimiz aleyhisselâm’a; ‘Yâ Rasûlallah! Sen’in yanında dahi Seni özlüyorum.’ Derdi. İşte böyle dostlar bulmalı. Aslın sûreten herkes insan, ama dost bulmak zor. ‘Âdem ol’, ‘Adam ol’a dönüştü. Âdem olmayı beceren ise her şeyi becerir.
Efendim diğer beyte geçelim;
“Kendi dilini konuşanlardan ayrı kalan kişi, yüzlerce dil bilse yine dilsiz sayılır.” (28 Beyit)
Bir kişi kendisi Türkçe biliyor ama Japonların arasına düşmüş olsa kendi dilini biliyor ama onlar kendisini anlamayacağı için konuşmadığı için dilsiz sayılır. Yine akıllı bir kişi hep ahmakların arasında kalsa, kendisinin anlaşılmayacağını düşünerek susar, dilsiz sayılır. Bu sebeple insan kendisini anlayabilecek, kendi gibi aynı dilden olanlara merâmını ifâde edebilir. Doğrusu sözü anlayana söylemek gerekir. Anlayışı kıt olana söz anlatmak beyhude bir çabadır aynı zamanda söz isrâfıdır. Halden ve hikmetten anlamayana ilâhî sırları anlatmak oldukça zordur. Kör olan ışığı idrak edemez, bilemez. Kulağı duymayana en âlâ nağmeler bir şey ifâde etmez. Şu kesin ki, müşterisiz mal ziyân olur. Kâmil mürşitlerin kutsî güzelliklerle dolu gül nağmeli sözleri, gönlü gül kokan kişiler tarafında mâ’kes bulur. Ama gönül dünyâsı dolu olmayanlar, gönlü ilâhî tecelliyatlarla dolu olanların içlerindeki o güzellikleri göremezler. Onlar aynaya bakar ancak kendilerini görürler. O güzel insanlardaki benliklerinin eriyip de ortaya çıkan özel incelikleri fark edemezler.
O sebeple Peygamber aleyhissalâtu vesselâm’ın; ‘İnsanlara akılları nispetinde konuşun’ (Ebû Dâvud, Edeb, 20) buyurur. Emâneti ehline vermek, sözleri de anlayana serdetmek gerekir. İlâhî sırlar aynı kutsal emânetler gibidir. Ulu orta her yerde faş edilmez. Mevlâna hazretleri sırrını burada ifşa etti, zira içi acılarla dolu idi. Şems, Konya’yı terk etti, gitti. Ama niye gitti? Şems Mevlânâyı sevmediği için gitmedi, kendisi yüzünden Mevlâna eziyet görmesin, üzüntü çekmesin diye gitti. İnsan bâzen konuşur, konuşur fakat içinde acısını taşır. Bâzen de hiç konuşmaz. Dıştan dilsiz gibi görünür, insanlar ne kadar konuşsa da o yine dilsizdir. Hakiki dost olanlar onun neden konuşmadığını anlar. Öyle insanlar vardır ki, kimi derdini içinde taşır, dışına yansıtmaz. Ancak çoğu durumlarda sükûti olmak güzeldir.
Efendim hayırlı Cumâlar dileriz.