Acı duyabiliyorsan canlısın, başkasının acısını da duyabiliyorsan insansın. Tolstoy’a ait olan bu cümle üzerinde düşünüp duruyorum bu gün. Yeryüzüne yayılmış acılar kalbimi kanatıp durmaktadır bugün. Ne olduğunu tam anlayamazsam da beni huzursuz eden bir şeyler olduğunu hissediyorum. Unutmamak lazım ki hayatta en büyük acı; etrafına karşı duyarsız olup acı duymamaktır. En büyük acı kulaklarını ve gözlerini dış dünyaya kapatıp hiç bir sorunu görmemek, hiç bir feryadı duymamaktır. Hep kendini dinlemek, hep kendini düşünmek bir çeşit psikolojik hastalıktır. Acı duymak insanın bir yerinin ağrı hissetmesi değil, acı duyanların acılarını paylaşmaktır. Acıları Allah'a havale edip rahatına bakmak değil, acıları yaşamak ve azaltmak için çaba sarf etmektir.
Bizi tanıyıp hayatta acı duyanların ilk aradığı kişi biz değilsek inancımızı sorgulamak durumundayız. Cep telefonlarımızda garibanların numarası da var mı? Telefonumuzun rehberinde kaç tane garibanın, yoksulun telefonu vardır. Sadece çıkarlarımız için görüştüğümüz ya da günlük olarak görüştüğümüz eş, dost, arkadaş ve akrabalarımızın telefon numaraları kayıtlı ise, etrafımıza karşı çok duyarsız, kayıtsız davranıyoruz demektir. Şüphesiz ki Allah dışımızdaki ve içimizdekileri her şeyi bilendir. Biraz düşünelim, en son hangi garibanı aradık ya da hangi yoksul bir derdi için bizi aradı. En son kimi sevindirdik? En son kimin derdine çare olduk, hangi yurtsuza yurt bulduk ve hangi fakirin umudu olduk? Paylaşmak sosyal medyada durum paylaşmak değil ya da yediğimiz, içtiğimiz anları paylaşmak değildir. Ben bilirim ki yaşamak ekmeğimizi ve paramızı paylaşmaktır. Gerisi bencilliktir, boştur.
Rabbimiz Necm 33. 34 'te bize sesleniyor; Gördün mü arkasını döneni? Azıcık verip sonra vermemekte direneni? Peki, biz ne yapıyoruz? Biz ise 5-10 lira verip çoğu zaman onu da vermeyip dönüp gidiyoruz, bir daha arkamıza da bakmadan gidiyoruz. İçimizden bunlar da nereden çıktılar ya? deyip kızıyorsak insanlığımızı ve imanımızı sorgulamak durumundayız.
Biraz düşünelim; Müşrikler, kâfirler, Siyonistler, evanjelistler, Budistler, Hindular, misyonerler ve daha bir çok batıl dava, batıl inanç sahibi insanlar bile bizden daha çok davası için harcama yapıyorsa, Müslümanlık iddiasında bulunup fedakarlık yapmıyorsak, batıl inanç sahipleri kadar paylaşmıyorsak, fakir fukaranın, garibanın yardımına koşmuyorsak nasıl tevhidi bir düzene ulaşabileceğiz? Nasıl adil bir düzen kurabileceğiz? Nasıl davamızı toplumlara hak dava olarak, doğru dava olarak yeni nesillere aktaracağız.
Hak yolda dosdoğru yürümek akıl işi değil, aşk işidir. Acısını hissetmediğimiz bir şeyi kendimize dava edinmek mümkün mü? Acısını hissetmediğimiz bir yaraya merhem olabilir miyiz, merhem bulabilir miyiz? Hayat bazen acılarla insanı imtihan eder ama çoğu zaman insanlar acı bir şekilde bu imtihanı kaybederler.
Kalbi olgunlaştıran acı insanı insan gibi yapar. Adam gibi adam denilen şey de acının insana verdiği güzelliktir. Acı duymak duyarlı olmaktır. Duyarlı olmak ise etrafta ya da yeryüzünde doğan, yaşanan acıları yaşamayı, paylaşmayı ve azaltmayı, bahanelerin arkasına sığınmadan görev bilmektir. Ağrıyan bir organımızın değerini bize hatırlatan, kaybettiğimiz bir yakımızın değerini görmemizi sağlayan şey acıdır. Acı olmasa bunların farkına varılmaz. İşte bugün ağaç budanır gibi budanan insanların acısını getirdin içime, insan olduğumu hatırlattın bana ay acı.