Mânâlı kavramları, anlamları da tüketiyoruz. Her şey bulandırılıp, (yer) yerinden oynatılıyor. İyi ile kötü arasındaki farklar muğlâklaştırılıyor. Manevî değerlerimize yönelik algıda, içselleştirme de bir çarpıklık, irtifa kaybı görülüyor.
Özellikle basın-yayında milleti aksülamele, muhtemel bir uyanışa silkinmeye sevk edecek mesajlar, özlü fikirler verilmeyip, tahrifata uğramış haberlerle beyinler uyuşturulup yönlendiriliyor. Okumayan, zihin yorgunluklarına gelemeyen bir toplumda; baskın görüntüler, “içimizi, yüreğimizi” ezen çeşitli şiddet vasıtalarıyla, ruhumuz silikleştiriliyor.
Genç bir hanıma, “niye muhtelif mekânlara, ürünlere yabancı isimler veriyor, mesela şehrimizi “İkonion’laştırıyoruz” diye bir infialimi, iç yangınımı belirtmiş; böylece bu topraklar üzerinde sahiplik ve aidiyet duygumuzu, hak iddiamızı da kaybedeceğimizi ifade etmiştim. Kız yadırgayarak, acayip acayip yüzüme baktı. “Hiç düşünmemiştim.” dedi.
Aklına getirmesi, üzerinde durması da zordu belki. Çünkü tepelerden gelen emirler ve yaptırımlarla ilçe, köy isimleri bile değiştiriliyor ve arkasının geleceği müjdeleniyor; Bizans-Romalaştırılıp, bu topraklar ismiyle cismiyle yabancılaştırılıyordu.
Benzeri misaller ve “normalleştirilmeye” çalışılan uygulamalar hep, din, vatan, bayrak, ulvî hedefler için savaşma ve tabii gerekirse can verme hissiyatını da törpüleyip kurutuyor; kahramanlıkları, harcanan teri, akan gözyaşlarını hiçleştiriyor, mânâsızlaştırıp gülünçleştiriyor.
Hatta söz gelişi şehitlerle ilgili bir talep söz konusu edildiğinde bazen, halk içinde “Bana ne, benim için mi şehit oldu” tarzında, bir zamanlar olsa asla inanamayacağımız, basit ve indirgeyici söylemlere rastlıyoruz. İslâmiyet ve şehitlik kavramları arasında, mazi tarih çizgisinde bir kopukluk; askerlik yansımasında da artık çok farklı düşünce biçimleriyle karşı karşıyayız. Dindar bir millette, inançları uğruna şehitlik eskisi gibi önemsenmiyor.
Yüksek tabakalarda ise daha değişik bir siyaset izleniyor. Bir kaç sene önce başlatılan şehit yakınlarına ikinci bir iş imkânı tanınacağı duyurulan, hayırlı bir çalışma da; biz mesela şimdi sadece evli şehitlerin ailelerine ikinci iş imkânının verileceğini, bekârların yararlanamayacağını öğreniyoruz. Hâlbuki askere alınıp, şehit düşenler genellikle evlenmemiş gençler. Oyalamak, bekletmek, çok da hesaba almamak…
Uludere olayındaki cömert tazminatlar, gönüllemeler; diğer şehit yakınlarından esirgeniyor nedense. K(ayırmalar) çok bariz. Istıraplı şehit ailelerinin muhtelif tepkilerinin de engellendiğini, harice gösterilen engin hoşgörüden mahrum bırakıldıklarını hatırlayalım. Gücün efendileri, pupa yelken gidiyor.
Politikanın küçültücü yaklaşımı ile İstiklâl Harb(i) de; vatan, millet, bağımsızlık mefhumları gibi önemini ve itibarını yitirdi. Siyasetin dar penceresinden, adesesinden görülmeye başlandı. Dağa taşa “şehit” unvanı verildi. Bazılarına göre tecavüzkâr zorba Amerikan askeri de şehit mesela, ya da ardından iyi dileklerle uğurlanası, beraber yürünesi, yoldaşlık edilesi bir konumda.
Askerlik kavramı, Millî Bayramlar aynı zamanda bir kurtuluş gününü, düşmana karşı direnmeyi, diri ve şuurlu kalmayı, kahramanlarımızla övünmeyi, milletle ortaklaşa bir sevinci, bağlarımızı da hatırlatırdı mesela. Şimdi hepsi aynı kirli çıkının, kör düğümün içinde.
İşin komik tarafının; bazılarının da tabloya bakıp –nasıl bir muhafazakârlıksa– muhafazakârlaştığımızı zannedip, d(övünüyor) olmasıdır
Özellikle basın-yayında milleti aksülamele, muhtemel bir uyanışa silkinmeye sevk edecek mesajlar, özlü fikirler verilmeyip, tahrifata uğramış haberlerle beyinler uyuşturulup yönlendiriliyor. Okumayan, zihin yorgunluklarına gelemeyen bir toplumda; baskın görüntüler, “içimizi, yüreğimizi” ezen çeşitli şiddet vasıtalarıyla, ruhumuz silikleştiriliyor.
Genç bir hanıma, “niye muhtelif mekânlara, ürünlere yabancı isimler veriyor, mesela şehrimizi “İkonion’laştırıyoruz” diye bir infialimi, iç yangınımı belirtmiş; böylece bu topraklar üzerinde sahiplik ve aidiyet duygumuzu, hak iddiamızı da kaybedeceğimizi ifade etmiştim. Kız yadırgayarak, acayip acayip yüzüme baktı. “Hiç düşünmemiştim.” dedi.
Aklına getirmesi, üzerinde durması da zordu belki. Çünkü tepelerden gelen emirler ve yaptırımlarla ilçe, köy isimleri bile değiştiriliyor ve arkasının geleceği müjdeleniyor; Bizans-Romalaştırılıp, bu topraklar ismiyle cismiyle yabancılaştırılıyordu.
Benzeri misaller ve “normalleştirilmeye” çalışılan uygulamalar hep, din, vatan, bayrak, ulvî hedefler için savaşma ve tabii gerekirse can verme hissiyatını da törpüleyip kurutuyor; kahramanlıkları, harcanan teri, akan gözyaşlarını hiçleştiriyor, mânâsızlaştırıp gülünçleştiriyor.
Hatta söz gelişi şehitlerle ilgili bir talep söz konusu edildiğinde bazen, halk içinde “Bana ne, benim için mi şehit oldu” tarzında, bir zamanlar olsa asla inanamayacağımız, basit ve indirgeyici söylemlere rastlıyoruz. İslâmiyet ve şehitlik kavramları arasında, mazi tarih çizgisinde bir kopukluk; askerlik yansımasında da artık çok farklı düşünce biçimleriyle karşı karşıyayız. Dindar bir millette, inançları uğruna şehitlik eskisi gibi önemsenmiyor.
Yüksek tabakalarda ise daha değişik bir siyaset izleniyor. Bir kaç sene önce başlatılan şehit yakınlarına ikinci bir iş imkânı tanınacağı duyurulan, hayırlı bir çalışma da; biz mesela şimdi sadece evli şehitlerin ailelerine ikinci iş imkânının verileceğini, bekârların yararlanamayacağını öğreniyoruz. Hâlbuki askere alınıp, şehit düşenler genellikle evlenmemiş gençler. Oyalamak, bekletmek, çok da hesaba almamak…
Uludere olayındaki cömert tazminatlar, gönüllemeler; diğer şehit yakınlarından esirgeniyor nedense. K(ayırmalar) çok bariz. Istıraplı şehit ailelerinin muhtelif tepkilerinin de engellendiğini, harice gösterilen engin hoşgörüden mahrum bırakıldıklarını hatırlayalım. Gücün efendileri, pupa yelken gidiyor.
Politikanın küçültücü yaklaşımı ile İstiklâl Harb(i) de; vatan, millet, bağımsızlık mefhumları gibi önemini ve itibarını yitirdi. Siyasetin dar penceresinden, adesesinden görülmeye başlandı. Dağa taşa “şehit” unvanı verildi. Bazılarına göre tecavüzkâr zorba Amerikan askeri de şehit mesela, ya da ardından iyi dileklerle uğurlanası, beraber yürünesi, yoldaşlık edilesi bir konumda.
Askerlik kavramı, Millî Bayramlar aynı zamanda bir kurtuluş gününü, düşmana karşı direnmeyi, diri ve şuurlu kalmayı, kahramanlarımızla övünmeyi, milletle ortaklaşa bir sevinci, bağlarımızı da hatırlatırdı mesela. Şimdi hepsi aynı kirli çıkının, kör düğümün içinde.
İşin komik tarafının; bazılarının da tabloya bakıp –nasıl bir muhafazakârlıksa– muhafazakârlaştığımızı zannedip, d(övünüyor) olmasıdır