Mübarek Ramazan günlerimizi Referandum dolayısı ile siyasiler karmaşık hale getirseler de.
İyi ve güzel günler olarak geçmekte. Trafik kazaları hariç diğer olaylar azalmış görülmekte.
Bu günün ev halkı tarafından davetler harici iftar sofrası ve sahura doğru olanları yaklaşık olarak bilmekteyiz.
Peki, nostalji olan otuz ve ellili yıllarda bendenizin bildiği ve müşahede ettiklerinde bir fark var mı idi acaba?
Anlatmaya çalışayım ve benzer olarak devam edenlerin olup olmadığını sizler karşılaştırın derim.
***
Değindiğim zamanlar içinde Konya’da bugün halen ayakta kalabilen Hayat Apartmanı (ki o bile 1945 yılında) gibi yüksek katlı mekânlar yerine tek katlı ve bahçeli evleri havi mahallelerimiz bulunmakta idi. Bu günler bunları ancak şehir çevrelerinde görebilmekte, merkezler kibrit kutusu gibi binalarla dolup taşmış olmakta.
Bu binalarda ikamet edenler hayat şartlarına göre o evveli yaşamlardan nede olsa değişim içi mecburiyetinde. Gerçi köylerde bile o günlerin tandır, toprak ocak ve mangal işlemlerini görememek tabiileşti. Çünkü bütan gaz, doğalgaz ve elektrikli ocak, fırın yanında buzdolabı oluşumu daha kolaya değişim yapmış oluyor.
Demek istediğim o yıllarda açık bahçe veya ev harici mutfağında ki toprak ocak, tandır ve ev içi soba ve mangallar da işlem yapılırdı. Bunlarda pişirilen yemek yapılan börek ve ekmeklerin tadı yanında ev ekonomisine büyük katkısının da olduğunu düşünebiliriz. Nitekim bugünlerde tandır ekmeği, gevrek ve böreğini dünün tadını asla veremese de aranmakta ve kapış kapış alınmakta.
Bir diğer hususta en çok iki katlı bahçeleri olan çoğunluklu bu evlerde gelenek olarak son yılların aksi olan…
Aslında imkânsızlığın da oluşum doğurduğu, evlatlar evlendikçe ayrılıp ebeveynlerin yalnız kalmaları görülemez, hep birlikte olmalarıyla diğer günler gibi iftar ve sahurda da birlik olurlardı.
Bu günün apartman daireleri yerine bahçeli geniş bir alanda yaşayanlar. Bina içi odalar yetişmez ise etrafa yeterince oda ekleyiverirlerdi. Köylerde bile unutulup nostalji oluverdi bu birliktelik yaşam.
Dikkate alınırsa. Bu hususları anlatımım. O günlerin evde yapılan günlük iftar ve sahura kadar olanlar, elbette daha bir başka tanımlanmış olur diye düşüncemden gelmekte.
***
Beyler eve gelmeden evveli, ev hanımlarının ekonomiye katkısı olan, malzemenin bahçe, çarşı vb. den temin edilmesi ile ellerinin yapımı olan çeşitli reçel, turşu, yoğurt, çeşitli peynir, sucuk, bici kıyması hatta inek kesimi yapanların pastırması, küçük tabaklar içinde iftarlık olarak sofra sinisine dizilirken…
Yine evde hazırlanmış pişmiş yufka içinde içi sadeyağı ile yağlanmış maydanoz, tulum veya kese peyniri, bici kıyması karışımı iç ile yapılan dürümler sıralanır.
O zamanlarda Avrupa dışı devletlerle ticarete değer veremediğimiz(!) için, hurma ithalatı olmadığından bunun yerine tuz ve su hazır edilirdi.
Belki diyeceksiniz ki; Bugünlerin krizinde kaç aile sofrasına bunları koyabilir?
Bugün için hep dışarıdan alış veriş yapınca bütçe elveremez ama o günlerin hanımefendileri ekonomi katkısı yanında
İnanın yapılan reçel, vb. den mahallenin fakirlerine mutlaka verilir onların sofralarında da eksik olmazdı.
Çünkü manevi olarak Ramazanın bereketi sayılır, “Evimize kısmet dolar...” ve “Yardım gizli olursa sevabı çoktur” inancı ile özel duygu içinde olurlardı.
Yakın yıllarda başlayan birazda siyaset ve reklamcılık kokan bazı yardım kurumları ve belediye başkanları yanlarına siyasetçileri de alarak hazır oluşturulan medya önünde bir şeyler verseler de…
Kimi doya, kimi harman savura!.
***
İftarlıklar konulmadan evvelde işlemler vardı tabii. Gününe göre hanımefendiler iftarda yenecek yemekler olarak, saç böreği, su böreği, kıvrım, baklava ve diğer tatlılardan hangisi kararlaşmışsa onlar gün içinde toprak ocak ve mangallarda hazır edilir, bunların yanında sebze, et ve çeşitli baklagillere ait yemekler ve çorba sıcak olarak bekletilmektedir..
Konya’da, Mevlâna Türbesi bahçesinden atılacak fişek ve Alâeddin Tepesi’nden gelecek top veya ezan sesi duymak için pencereler açılarak kulak kesilinir. Ne güzel bir sessizlik oluşumu vardı ki, top sesi şehrin uç kenar sayılan Sedirler, Araplar Uluırmak vb. gibi uzak semtler de bile duyabilmekte. Bu günün TV, imsak vakti listeleri yok, takvimler sadece İstanbul saatine göre verdiği için bilim nadir olmakta.
Camiye giden haricindeki ev halkı top atılınca ayaküstü tuz veya su ile orucunu açarken iftariyeliklerden bir iki alıverip beyleri bekler.
Beyler cami veya mescitten gelince etrafı peşkirle donatılan bakır veya tahta sini de herkes yerini alır. Bir sofra dar gelirse ikincisine çocuk ve kadınlar oturarak, ham’d ve şükür duası sonrası önce iftariyeliklere saldırılarak iftar edilir..
Çorbadan başlayıp sıra ile etli bir yemek, hazırlanan börek ve tatlı çeşidi arkasından pirinç veya bulgur pilavının yanında mevsiminde tazesini ezerek kışın kurusu atılarak yapılan kayısı veya pekmez hoşafı, mevsime göre karpuz, kavun veya üzüm endam eder.
Huşu ve sessizlik içindeki yemek sonu yine sofra duası yapılarak önce büyükler olmak üzere yer sofrasından geriye çekilip yün minderlere oturulur ve halı duvar yastıklarına dayanılır. Bu sırada sofra kaldırılmış olur.
Bu arada ayrıcalık olan bir işlem var ki. O gün saç böreği yenecekse, sıcak sıcak sofraya getirileceği gibi, ocak başında hem pişirilir hem yenir ki. Bunun tadını tadanlar bilir! O gün başka yiyecekler de ihtiyaç kesp etmez.
Yemek sonu evlerinde lavabo olanlar lavaboya. Olmayanlar ki, o zamanlar şehirlerde altmışlı yıllara kadar yüzde altmışına yakın, halen köylerin çoğunda odaya getirilen üstü kapaklı işlemeli bakırı kalaylanmış el leğenlerinde, küçüklerce ibrik’le dökülen su ile yıkama işlemi tamamlanır.
Kahveler gelir, abdestler tazelenir ve beylerle arzu eden hanımlar caminin yolunu tutar.
Bu gidişlerin bile neşesi vardır. Hele kız ve erkek çocuklar ayaklarında zamanın ekonomi ayakkabısı(!) olan tahtadan yapılmış oto lastiğinden kemer ve üstü yakılarak işlenmiş tezyinli takunyaları (Nâlın de denilir) ile yürürken çıkarttıkları tak tak sesleri ile gülüşe oynaşa neşe içinde camiye gitmekte olan kız oğlan çocukların verdiği görünüm ebeveynlere daha bir esenlik verir.
Teravi sonu, geceler uzunsa beyler yakın kahvehanelere gidip sohbet içinde çay içme sonu, bazıları sahura yakın evine döner. Kısa gecelerde evinde çay içip yatmaya gidilir.
Öyle, Ahmet Rasim ve H.F. Ozansoy’un anlattıkları İstanbul’da eski ramazanlar gibi eğlenceli yerler maalesef Anadolu şehirleri ve Konya’da yoktu. Yakın yıllarda bazı belediyeler eğlence düzenlese de, İstanbul Şehzade Başı ve direkler arası eğlencelerine uyabilmesi mümkünü zor.
Ayrıca mübarek günü, rahmet akşamları ismi verilen Kur’an ve ilahi okunuş ve vaaz harici eğlence ve konserler, neyin mübareği(!) anlaşılır gibi değil..
Sahur zamanı hanımların hazırladığı erişte, şehriye pilavı kayısı veya erik hoşafı ile beraber kaşıklanır. Bazı günler katmer denilen tavada yapılan yufka içi iç olan börek pekmeze batırılarak atıştırılmış olunur.
Ramazan topunun birincisinde sular içilir, ikincisinde ağızlar yıkanıp kapanmış olur.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle bereketli iftarlar dileğimle…
İyi ve güzel günler olarak geçmekte. Trafik kazaları hariç diğer olaylar azalmış görülmekte.
Bu günün ev halkı tarafından davetler harici iftar sofrası ve sahura doğru olanları yaklaşık olarak bilmekteyiz.
Peki, nostalji olan otuz ve ellili yıllarda bendenizin bildiği ve müşahede ettiklerinde bir fark var mı idi acaba?
Anlatmaya çalışayım ve benzer olarak devam edenlerin olup olmadığını sizler karşılaştırın derim.
***
Değindiğim zamanlar içinde Konya’da bugün halen ayakta kalabilen Hayat Apartmanı (ki o bile 1945 yılında) gibi yüksek katlı mekânlar yerine tek katlı ve bahçeli evleri havi mahallelerimiz bulunmakta idi. Bu günler bunları ancak şehir çevrelerinde görebilmekte, merkezler kibrit kutusu gibi binalarla dolup taşmış olmakta.
Bu binalarda ikamet edenler hayat şartlarına göre o evveli yaşamlardan nede olsa değişim içi mecburiyetinde. Gerçi köylerde bile o günlerin tandır, toprak ocak ve mangal işlemlerini görememek tabiileşti. Çünkü bütan gaz, doğalgaz ve elektrikli ocak, fırın yanında buzdolabı oluşumu daha kolaya değişim yapmış oluyor.
Demek istediğim o yıllarda açık bahçe veya ev harici mutfağında ki toprak ocak, tandır ve ev içi soba ve mangallar da işlem yapılırdı. Bunlarda pişirilen yemek yapılan börek ve ekmeklerin tadı yanında ev ekonomisine büyük katkısının da olduğunu düşünebiliriz. Nitekim bugünlerde tandır ekmeği, gevrek ve böreğini dünün tadını asla veremese de aranmakta ve kapış kapış alınmakta.
Bir diğer hususta en çok iki katlı bahçeleri olan çoğunluklu bu evlerde gelenek olarak son yılların aksi olan…
Aslında imkânsızlığın da oluşum doğurduğu, evlatlar evlendikçe ayrılıp ebeveynlerin yalnız kalmaları görülemez, hep birlikte olmalarıyla diğer günler gibi iftar ve sahurda da birlik olurlardı.
Bu günün apartman daireleri yerine bahçeli geniş bir alanda yaşayanlar. Bina içi odalar yetişmez ise etrafa yeterince oda ekleyiverirlerdi. Köylerde bile unutulup nostalji oluverdi bu birliktelik yaşam.
Dikkate alınırsa. Bu hususları anlatımım. O günlerin evde yapılan günlük iftar ve sahura kadar olanlar, elbette daha bir başka tanımlanmış olur diye düşüncemden gelmekte.
***
Beyler eve gelmeden evveli, ev hanımlarının ekonomiye katkısı olan, malzemenin bahçe, çarşı vb. den temin edilmesi ile ellerinin yapımı olan çeşitli reçel, turşu, yoğurt, çeşitli peynir, sucuk, bici kıyması hatta inek kesimi yapanların pastırması, küçük tabaklar içinde iftarlık olarak sofra sinisine dizilirken…
Yine evde hazırlanmış pişmiş yufka içinde içi sadeyağı ile yağlanmış maydanoz, tulum veya kese peyniri, bici kıyması karışımı iç ile yapılan dürümler sıralanır.
O zamanlarda Avrupa dışı devletlerle ticarete değer veremediğimiz(!) için, hurma ithalatı olmadığından bunun yerine tuz ve su hazır edilirdi.
Belki diyeceksiniz ki; Bugünlerin krizinde kaç aile sofrasına bunları koyabilir?
Bugün için hep dışarıdan alış veriş yapınca bütçe elveremez ama o günlerin hanımefendileri ekonomi katkısı yanında
İnanın yapılan reçel, vb. den mahallenin fakirlerine mutlaka verilir onların sofralarında da eksik olmazdı.
Çünkü manevi olarak Ramazanın bereketi sayılır, “Evimize kısmet dolar...” ve “Yardım gizli olursa sevabı çoktur” inancı ile özel duygu içinde olurlardı.
Yakın yıllarda başlayan birazda siyaset ve reklamcılık kokan bazı yardım kurumları ve belediye başkanları yanlarına siyasetçileri de alarak hazır oluşturulan medya önünde bir şeyler verseler de…
Kimi doya, kimi harman savura!.
***
İftarlıklar konulmadan evvelde işlemler vardı tabii. Gününe göre hanımefendiler iftarda yenecek yemekler olarak, saç böreği, su böreği, kıvrım, baklava ve diğer tatlılardan hangisi kararlaşmışsa onlar gün içinde toprak ocak ve mangallarda hazır edilir, bunların yanında sebze, et ve çeşitli baklagillere ait yemekler ve çorba sıcak olarak bekletilmektedir..
Konya’da, Mevlâna Türbesi bahçesinden atılacak fişek ve Alâeddin Tepesi’nden gelecek top veya ezan sesi duymak için pencereler açılarak kulak kesilinir. Ne güzel bir sessizlik oluşumu vardı ki, top sesi şehrin uç kenar sayılan Sedirler, Araplar Uluırmak vb. gibi uzak semtler de bile duyabilmekte. Bu günün TV, imsak vakti listeleri yok, takvimler sadece İstanbul saatine göre verdiği için bilim nadir olmakta.
Camiye giden haricindeki ev halkı top atılınca ayaküstü tuz veya su ile orucunu açarken iftariyeliklerden bir iki alıverip beyleri bekler.
Beyler cami veya mescitten gelince etrafı peşkirle donatılan bakır veya tahta sini de herkes yerini alır. Bir sofra dar gelirse ikincisine çocuk ve kadınlar oturarak, ham’d ve şükür duası sonrası önce iftariyeliklere saldırılarak iftar edilir..
Çorbadan başlayıp sıra ile etli bir yemek, hazırlanan börek ve tatlı çeşidi arkasından pirinç veya bulgur pilavının yanında mevsiminde tazesini ezerek kışın kurusu atılarak yapılan kayısı veya pekmez hoşafı, mevsime göre karpuz, kavun veya üzüm endam eder.
Huşu ve sessizlik içindeki yemek sonu yine sofra duası yapılarak önce büyükler olmak üzere yer sofrasından geriye çekilip yün minderlere oturulur ve halı duvar yastıklarına dayanılır. Bu sırada sofra kaldırılmış olur.
Bu arada ayrıcalık olan bir işlem var ki. O gün saç böreği yenecekse, sıcak sıcak sofraya getirileceği gibi, ocak başında hem pişirilir hem yenir ki. Bunun tadını tadanlar bilir! O gün başka yiyecekler de ihtiyaç kesp etmez.
Yemek sonu evlerinde lavabo olanlar lavaboya. Olmayanlar ki, o zamanlar şehirlerde altmışlı yıllara kadar yüzde altmışına yakın, halen köylerin çoğunda odaya getirilen üstü kapaklı işlemeli bakırı kalaylanmış el leğenlerinde, küçüklerce ibrik’le dökülen su ile yıkama işlemi tamamlanır.
Kahveler gelir, abdestler tazelenir ve beylerle arzu eden hanımlar caminin yolunu tutar.
Bu gidişlerin bile neşesi vardır. Hele kız ve erkek çocuklar ayaklarında zamanın ekonomi ayakkabısı(!) olan tahtadan yapılmış oto lastiğinden kemer ve üstü yakılarak işlenmiş tezyinli takunyaları (Nâlın de denilir) ile yürürken çıkarttıkları tak tak sesleri ile gülüşe oynaşa neşe içinde camiye gitmekte olan kız oğlan çocukların verdiği görünüm ebeveynlere daha bir esenlik verir.
Teravi sonu, geceler uzunsa beyler yakın kahvehanelere gidip sohbet içinde çay içme sonu, bazıları sahura yakın evine döner. Kısa gecelerde evinde çay içip yatmaya gidilir.
Öyle, Ahmet Rasim ve H.F. Ozansoy’un anlattıkları İstanbul’da eski ramazanlar gibi eğlenceli yerler maalesef Anadolu şehirleri ve Konya’da yoktu. Yakın yıllarda bazı belediyeler eğlence düzenlese de, İstanbul Şehzade Başı ve direkler arası eğlencelerine uyabilmesi mümkünü zor.
Ayrıca mübarek günü, rahmet akşamları ismi verilen Kur’an ve ilahi okunuş ve vaaz harici eğlence ve konserler, neyin mübareği(!) anlaşılır gibi değil..
Sahur zamanı hanımların hazırladığı erişte, şehriye pilavı kayısı veya erik hoşafı ile beraber kaşıklanır. Bazı günler katmer denilen tavada yapılan yufka içi iç olan börek pekmeze batırılarak atıştırılmış olunur.
Ramazan topunun birincisinde sular içilir, ikincisinde ağızlar yıkanıp kapanmış olur.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle bereketli iftarlar dileğimle…