Güncel yazılar serisi
Yeni bir yıla girmeye hazırlanırken her yılın başında büyük gürültülerle yılbaşını kutlamak maalesef batıda olduğu gibi bizde de adet olmaya başlamıştır. Hâlbuki şöyle başımızı geriye çevirerek bakmamız ve geçtiğimiz yılda neler olmuştur? Biz, neler yaptık ve neler yapmamız lazımken yapmadık? Yaptıklarımız veya yapmadıklarımızdan bizi bugün üzenler nelerdir? Sevindiren ve mutlu kılanlar hangileridir? Bunları birer birer tespit ederek bir sonra ki yıl bizi sevindiren ve mutlu kılanları hareketlerimizi daha çok yapmak, bizi üzen ve mutsuz kılanlarını mümkün mertebe azaltmak ve sıfıra indirmenin gayreti içerisinde olmamız gerekmez midir?.
Bu türlü düşünce ve davranış, fert ve toplum olarak mutluluğu yakalamamızın yegâne yoludur. “Vur patlasın, çal oynasın” kabilinden yapılan eğlenceler belki bize bir anlık mutluluk kazandırabilir ama o an geçtikten sonra bizi büyük bir kargaşa ve kaosun içerisine düşüreceklerdir. Bu yıllardan beri artık tecrübeyle sabittir. 40–50 senedir birbirlerimize her yeni yılbaşı kutlamalarında mutluluk, saadet diledik durduk ta ne oldu? Gelen her yeni yıl giden yılı aratmadı mı?
Bu gün ülkemizde yaşanan ve gittikçe ağırlığını daha çok hissettiren ahlaki, ilmi, ekonomik, siyasi zorlukların temelinde işte bu yanlış düşünce ve davranış yatmaktadır.
2009 YE BAKIŞ YAPILIRSA
Geliniz evladını, ülkesini ve milletini seven insanlar olarak başımızı iki elimizin arasına alalım ve 2009’in bir muhasebesini birlikte yapalım. Sıkıntı ve buhranlarımızı tespit edelim ve bunlar için çözüm yolları arayalım.
Şunu da unutmayalım ki dertlerimizin katlanarak büyümesi ile bunlara çözüm bulunmasının tek yolu vardır. O da bu işleri siyasi platformda düşünmek ve orada çözüm bulmaktır. Yoksa kendi kendimize istediğiniz kadar düşünelim ve hatta fazla düşünmeden dolayı aklımızı oynatalım, nafiledir. Bununla hiçbir problem çözülmeyecektir.
Yarısına kadar su ile dolu bir bardağın dolu kısmını dikkate alarak inceleyelim ve kesinlikle ümitsizliğe düşmeyelim. Bilelim ki “Her derdin çaresi vardır. Yeter ki çareyi helalinde arayınız” buyuran hadis-i şerif bize en büyük müjdedir.
Değerli okuyucularıma benim de çok beğendiğim 2009 yılının bir değerlendirmesini arz etmek istiyorum. Bu değerlendirmenin üzerinde sizleri düşünmeye davet ediyorum. Böyle bir değerlendirmeyi kim yapabilir? Sorusunun cevabını ise sizin bulmanızı istiyorum.
KOMŞULARIMIZ VE IRKCI EMPERYALİZM
2009 yılı; barış adına, demokrasi adına, huzur adına, hepsinden önemlisi insanlık adına tarihin en karanlık yıllarından biri olarak hatırlanacaktır. Çünkü kendi menfaatleri için İslam coğrafyasını kana bulamaktan çekinmeyenler, sinsi emellerini ve hain planlarını en acımasız şekilde uygulamaya devam etmektedirler.
Bu yüzden Ecdadımızın yüzyıllarca barış ve huzur içinde yönettiği topraklar şimdi kan ve gözyaşına boğulmuş durumdadır. Afganistan işgal altında, Irak işgal altında, Filistin işgal altındadır.
Her gün bir başka İslam ülkesi bu karanlık planların hedefi olmaktadır. Bunun son örneği dost ve kardeş ülke Pakistan’da sahnelenmektedir. Pakistan’ın demokratik seçimlere hazırlandığı bir dönemde karanlık eller devreye girmiş ve ülkeyi büyük bir kaosa sürüklemek üzere düğmeye basmıştır. Çünkü onlar kaostan sonra kendi düzenlerini kurmayı şiar edinmişlerdir.
Pakistan’da camide Cuma namazı kılan cematin üzerine bombalar atmak olsa olsa Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçasıdır. Çünkü bu proje Endonezya’dan (Türkiye dâhil ) Fas’a kadar bütün bir İslam coğrafyasını kapsamaktadır. Bu yüzden net olarak söylüyoruz ki tetiği kimin çektiği önemli değildir. Önemli olan tetiğin arkasındaki eldir. Ve bu karanlık el, bu suikastla Benazir Butto’yu değil, bir İslam ülkesi olan Pakistan’ı hedef almıştır.
Çünkü Pakistan nükleer güce sahip bir İslam ülkesidir. Bu yüzden de uzun süreden beri İsrail ve ABD’nin hedefi halindedir. Onlara göre hiçbir İslam ülkesi nükleer çalışma yapamaz, nükleer güce ulaşamaz, ulaşmamalıdır.
Bu hak sadece kendilerindedir. İran’ın nükleer güç olma çalışmalarından rahatsız olanlar, elbette Pakistan’a sessiz kalamazlardı. Kalmadılar da. Pakistan’ın eski Başbakanı Navaz Şerif 1997’de Türkiye ile D-8’leri kurduğu ve 1998 de nükleer deneme yaptığı içindir ki aynı yıl askeri bir darbeye muhatap kalmış ve Suudi Arabistan’a sürgün edilmiştir.
Nitekim bu suikastın ardından kardeş ülke PAKİSTAN, büyük bir iç karışıklığın içine düşmüştür. Dükkânlar yağmalanmakta, parti binaları ateşe verilmekte, silahlı çatışmalar çıkmaktadır. Tam bir belirsizlik hâkimdir. Zaten bu suikastı tertip edenlerin amacı da budur.
Çünkü onlar için sadece menfaat vardır, kendi çıkarları vardır. Menfaatlerini gerçekleştirmek için en büyük suikastlara imza atmaktan çekinmezler. Yüzlerce masum hayatını kaybetmiş, binlerce çocuk yetim kalmış onlar için hiçbir önemi yoktur.
Bu oyunu bozmanın tek yolu, Pakistan halkının birlik ve beraberliğini muhafaza etmesidir. Ayrılıkları bir kenara bırakarak her zamankinden daha fazla birbirine kenetlenmesi ve ırkçı emperyalist oyunu boşa çıkarmasıdır.
FİLİSTİN, IRAK VE YERİMİZ
Ne acıdır ki, kendi çıkarları uğruna Irak’ta bir milyon kardeşimizi katledenler, sözde “barış” nutukları atmaktan da utanmıyorlar. Filistin’de, her gün yeni bir katliama imza atanlar, “demokrasi havarisi” kesilmekten çekinmiyorlar.
10 bin kilometre öteden gelip, İslam coğrafyasının kalbine kara bir hançer gibi saplanan ABD’ye bizim hükümetimiz, “Stratejik Ortağımız” diyebiliyor. Ellerinden Müslüman kanı akan ırkçı emperyalistlerle Davos’da, Washington’da, Annapolis’de el sıkışabiliyor. Endonezya’dan Fas’a kadar 22 İslam ülkesinin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen BOP projesinin Eş Başkanı olabiliyor. Ve yine Ilımlı İslam adı altında tek hedefi gerçek İslam’ı sulandırmak olan “Dinler arası diyalog”un Eş Başkanı ilan edebiliyor.
Oysa bu millet hiçbir zaman hiçbir şekilde zalime destek vermemiştir. Her zaman mazlumdan yana olmuştur. Bizim yerimiz Gazze’de Filistin’in yanıdır. Washington’da Amerika’nın yanı değil, Bağdat’ta Iraklı, Tahran’da İranlı Müslümanların yanıdır. Bizim yerimiz zalimlerin değil, vatanları işgal edilen, topraklarından zorla çıkarılan, masum ve mazlumların yanıdır.
Yeni bir yıla girmeye hazırlanırken her yılın başında büyük gürültülerle yılbaşını kutlamak maalesef batıda olduğu gibi bizde de adet olmaya başlamıştır. Hâlbuki şöyle başımızı geriye çevirerek bakmamız ve geçtiğimiz yılda neler olmuştur? Biz, neler yaptık ve neler yapmamız lazımken yapmadık? Yaptıklarımız veya yapmadıklarımızdan bizi bugün üzenler nelerdir? Sevindiren ve mutlu kılanlar hangileridir? Bunları birer birer tespit ederek bir sonra ki yıl bizi sevindiren ve mutlu kılanları hareketlerimizi daha çok yapmak, bizi üzen ve mutsuz kılanlarını mümkün mertebe azaltmak ve sıfıra indirmenin gayreti içerisinde olmamız gerekmez midir?.
Bu türlü düşünce ve davranış, fert ve toplum olarak mutluluğu yakalamamızın yegâne yoludur. “Vur patlasın, çal oynasın” kabilinden yapılan eğlenceler belki bize bir anlık mutluluk kazandırabilir ama o an geçtikten sonra bizi büyük bir kargaşa ve kaosun içerisine düşüreceklerdir. Bu yıllardan beri artık tecrübeyle sabittir. 40–50 senedir birbirlerimize her yeni yılbaşı kutlamalarında mutluluk, saadet diledik durduk ta ne oldu? Gelen her yeni yıl giden yılı aratmadı mı?
Bu gün ülkemizde yaşanan ve gittikçe ağırlığını daha çok hissettiren ahlaki, ilmi, ekonomik, siyasi zorlukların temelinde işte bu yanlış düşünce ve davranış yatmaktadır.
2009 YE BAKIŞ YAPILIRSA
Geliniz evladını, ülkesini ve milletini seven insanlar olarak başımızı iki elimizin arasına alalım ve 2009’in bir muhasebesini birlikte yapalım. Sıkıntı ve buhranlarımızı tespit edelim ve bunlar için çözüm yolları arayalım.
Şunu da unutmayalım ki dertlerimizin katlanarak büyümesi ile bunlara çözüm bulunmasının tek yolu vardır. O da bu işleri siyasi platformda düşünmek ve orada çözüm bulmaktır. Yoksa kendi kendimize istediğiniz kadar düşünelim ve hatta fazla düşünmeden dolayı aklımızı oynatalım, nafiledir. Bununla hiçbir problem çözülmeyecektir.
Yarısına kadar su ile dolu bir bardağın dolu kısmını dikkate alarak inceleyelim ve kesinlikle ümitsizliğe düşmeyelim. Bilelim ki “Her derdin çaresi vardır. Yeter ki çareyi helalinde arayınız” buyuran hadis-i şerif bize en büyük müjdedir.
Değerli okuyucularıma benim de çok beğendiğim 2009 yılının bir değerlendirmesini arz etmek istiyorum. Bu değerlendirmenin üzerinde sizleri düşünmeye davet ediyorum. Böyle bir değerlendirmeyi kim yapabilir? Sorusunun cevabını ise sizin bulmanızı istiyorum.
KOMŞULARIMIZ VE IRKCI EMPERYALİZM
2009 yılı; barış adına, demokrasi adına, huzur adına, hepsinden önemlisi insanlık adına tarihin en karanlık yıllarından biri olarak hatırlanacaktır. Çünkü kendi menfaatleri için İslam coğrafyasını kana bulamaktan çekinmeyenler, sinsi emellerini ve hain planlarını en acımasız şekilde uygulamaya devam etmektedirler.
Bu yüzden Ecdadımızın yüzyıllarca barış ve huzur içinde yönettiği topraklar şimdi kan ve gözyaşına boğulmuş durumdadır. Afganistan işgal altında, Irak işgal altında, Filistin işgal altındadır.
Her gün bir başka İslam ülkesi bu karanlık planların hedefi olmaktadır. Bunun son örneği dost ve kardeş ülke Pakistan’da sahnelenmektedir. Pakistan’ın demokratik seçimlere hazırlandığı bir dönemde karanlık eller devreye girmiş ve ülkeyi büyük bir kaosa sürüklemek üzere düğmeye basmıştır. Çünkü onlar kaostan sonra kendi düzenlerini kurmayı şiar edinmişlerdir.
Pakistan’da camide Cuma namazı kılan cematin üzerine bombalar atmak olsa olsa Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçasıdır. Çünkü bu proje Endonezya’dan (Türkiye dâhil ) Fas’a kadar bütün bir İslam coğrafyasını kapsamaktadır. Bu yüzden net olarak söylüyoruz ki tetiği kimin çektiği önemli değildir. Önemli olan tetiğin arkasındaki eldir. Ve bu karanlık el, bu suikastla Benazir Butto’yu değil, bir İslam ülkesi olan Pakistan’ı hedef almıştır.
Çünkü Pakistan nükleer güce sahip bir İslam ülkesidir. Bu yüzden de uzun süreden beri İsrail ve ABD’nin hedefi halindedir. Onlara göre hiçbir İslam ülkesi nükleer çalışma yapamaz, nükleer güce ulaşamaz, ulaşmamalıdır.
Bu hak sadece kendilerindedir. İran’ın nükleer güç olma çalışmalarından rahatsız olanlar, elbette Pakistan’a sessiz kalamazlardı. Kalmadılar da. Pakistan’ın eski Başbakanı Navaz Şerif 1997’de Türkiye ile D-8’leri kurduğu ve 1998 de nükleer deneme yaptığı içindir ki aynı yıl askeri bir darbeye muhatap kalmış ve Suudi Arabistan’a sürgün edilmiştir.
Nitekim bu suikastın ardından kardeş ülke PAKİSTAN, büyük bir iç karışıklığın içine düşmüştür. Dükkânlar yağmalanmakta, parti binaları ateşe verilmekte, silahlı çatışmalar çıkmaktadır. Tam bir belirsizlik hâkimdir. Zaten bu suikastı tertip edenlerin amacı da budur.
Çünkü onlar için sadece menfaat vardır, kendi çıkarları vardır. Menfaatlerini gerçekleştirmek için en büyük suikastlara imza atmaktan çekinmezler. Yüzlerce masum hayatını kaybetmiş, binlerce çocuk yetim kalmış onlar için hiçbir önemi yoktur.
Bu oyunu bozmanın tek yolu, Pakistan halkının birlik ve beraberliğini muhafaza etmesidir. Ayrılıkları bir kenara bırakarak her zamankinden daha fazla birbirine kenetlenmesi ve ırkçı emperyalist oyunu boşa çıkarmasıdır.
FİLİSTİN, IRAK VE YERİMİZ
Ne acıdır ki, kendi çıkarları uğruna Irak’ta bir milyon kardeşimizi katledenler, sözde “barış” nutukları atmaktan da utanmıyorlar. Filistin’de, her gün yeni bir katliama imza atanlar, “demokrasi havarisi” kesilmekten çekinmiyorlar.
10 bin kilometre öteden gelip, İslam coğrafyasının kalbine kara bir hançer gibi saplanan ABD’ye bizim hükümetimiz, “Stratejik Ortağımız” diyebiliyor. Ellerinden Müslüman kanı akan ırkçı emperyalistlerle Davos’da, Washington’da, Annapolis’de el sıkışabiliyor. Endonezya’dan Fas’a kadar 22 İslam ülkesinin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen BOP projesinin Eş Başkanı olabiliyor. Ve yine Ilımlı İslam adı altında tek hedefi gerçek İslam’ı sulandırmak olan “Dinler arası diyalog”un Eş Başkanı ilan edebiliyor.
Oysa bu millet hiçbir zaman hiçbir şekilde zalime destek vermemiştir. Her zaman mazlumdan yana olmuştur. Bizim yerimiz Gazze’de Filistin’in yanıdır. Washington’da Amerika’nın yanı değil, Bağdat’ta Iraklı, Tahran’da İranlı Müslümanların yanıdır. Bizim yerimiz zalimlerin değil, vatanları işgal edilen, topraklarından zorla çıkarılan, masum ve mazlumların yanıdır.