Eski ramazanlarla günümüz ramazanları hep tartışılır. Aramızda “Nerede o eski ramazanlar?” diyenler çoktur. Haklı da olabilirler, her ikisinin de güzel tarafları var. Önemli olan ramazanın feyzinden azami derecede istifade edebilmektir. Bunu yapabilenlere ne mutlu.
Toplumda her şeyin aynı minval üzere gitmesi mümkün değil. Zaman içerisinde maddî ve manevî şartlar değişiyor. Zihniyetler farklılaşıyor. İnsanlar bile değişiyor. Dünün o mübarek insanları artık aramızda yok.
Maddî bakımdan da büyük değişiklikler oldu. Hayat maddileşti, teknoloji gelişti. İnsanlar maddeye daha çok önem verir oldu. Akraba, eş-dost ve konu-komşu arasındaki münasebetler büyük ölçü de gevşedi. O dönemlerin üretici ailesi, tüketici hale geldi. Eskiden her evin küçük bir avlusu vardı. Gezinti yerleri Sille taşı ile döşeli olurdu. Halk buna hayat adını verirdi. Rahmetli Mustafa Ataman ağabey, “Konyalı avluya neden hayat diyor, buna dikkat edin. Çünkü bir evin küçük de olsa bir bahçesinin bulunması, o ev halkı için hayattır.” derdi. Bu gidişle yakın bir zamanda şehirde bahçeli ev kalmayacak.
Eskiden ramazan öncesinde konu-komşu, evi müsait bir komşunun evinde toplanır, bir ramazanlık yufka, erişte ve şehriye ihtiyaçlarını hallediverirlerdi. Yufkanın sonunda da saç böreği yapılır, bununla hem kendilerine güzel bir ziyafet çekerek yorgunluk atmış olurlar, hem de bundan akşama beylerine ikram ederlerdi. Yakacak için para verilmediği gibi, etraftaki çalı-çırpı da temizlenmiş olurdu. Şimdi bahçelerdeki atıklar boş yere yakılıyor.
Bu işleri beceren hanımlar artık yaşlandı, yenilerin de bu taraklarda bezleri yok. On-on beş yıldır, belki daha fazla, ev eriştesi tatmaz olduk. Yeni nesil o mis gibi eriştenin tadını hiç bilmez. Zavallı çocuklar ve gençler tatsız tuzsuz (erişteye göre) makarnaya talim edip duruyorlar.
Eskiden iftarlar evlerde verilirdi. Akraba ve konu-komşu arasında bugünden çok farklı bir kaynaşma ve samimiyet vardı. Yardımlaşma hat safhada idi. Fakir aileler arasında bile bu yardımlaşma görülürdü. İnsanlar paylaşmaktan zevk alırdı. Dikkat buyurun şimdi, iftar daveti, bayram ziyaretleri bir tarafa, çok yakın akraba çocukları bile biri birlerini tanımıyor.
İftar daveti veren komşuya yardıma gidilir, yakın davetliler de erken gelerek ev sahibine yardımda bululurdu. Veya bu işler için her mahalle ve semtte bulunan ehil hanımlar çağrılırdı. Böylece birkaç tepsi su böreği, birkaç tepsi oklavadan çekme baklava iki-üç saat içerisinde hazırlanıverirdi. İftar sonrasında da gençler ev sahibine iş bırakmazdı. Yemekten veya teravihten sonra evin salonunda toplanılır, büyüklerin elleri öpülür, el öpme faslından sonra, çocukların ve gençlerin hediyeleri ve diş kiralarını verilirdi. Sözün özü, eski iftar davetleri ev sahiplerine maddi külfetten başka, çok fazla bir yorgunluk yüklemezdi. Bu yüzden bir ramazan boyu iftar davetleri devam eder giderdi.
Gelelim başka bir önemli noktaya; İftar sofraları su böreksiz olmaz, her hanım da su böreği yapamaz. Bu iş ayrı bir ustalık ve tecrübe ister ister. Hele şimdilerde olduğu gibi çarşıda yaptırılan su böreklerine de su böreği denmez. Bunu ehli bilir. O eski ev baklavaları da çok hafif ve leziz olur, daha ağza alınmadan kil gibi dağılıverirdi. Kırk kat baklava diye sağlıksız ağır hamur toplarını baklava diye yutturuyorlar insana.
Şimdi hanımlar yardımcısız kalınca iftarlar lokanta ve otellerde veriliyor. Ev dışında verilen bu davetler de oldukça resmileşiyor.
Şimdinin iftar çadırlarına diyecek yok. Bunlar çok eskinin imaretlerinin yerini tutuyor. Kuranlardan, yardım edenlerden Allah razı olsun.
Herkesin hafızasında pek çok unutulamayacak ramazan hatıraları bulunabilir. Eskiler “geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer” sözünü boşuna söylememişler.
Bu konuda daha söylenecek çok şey var. Fakat lafı bir hayli uzattık. Ramazan manilerine sıra gelir mi bilmem ama, başka bir sohbetimizde de meşhur ramazan fıkralarından söz açalım.
Okuyucularımın ramazan-ı şeriflerini tebrik ediyor, bu kutlu ayın memleketimize ve İslâm âlemine hayırlara vesile olmasını niyaz ediyorum.