Esas Sıfır Alanlar!..

Ahmet Güldağ

Geçtiğimiz günlerde yapılan ÖSS sınavı neticelerinde sıfır alanların haylice fazla olması, dikkatleri çekiverdi!..

Neden kaynaklandığı hususunda bilende, bilmeyende bir yerde hata bulup, öneri ve fetva(!) verenler gırla gitmişti.
İyide. Bu durum yenimi yoksa yıllardır nükseder mi? Yani nakarat olmuyor mu bu sözlerimiz?
Konu için bugün söylenecek olanlarla beş yıl yani 16.08.2004 günlü “Asıl Sıfırı Alanlar” başlıklı yazımda vurguladıklarım.
O zamandan bu güne kadar. Ufacık bir gelişme mi diyeyim ilerleme mi? Her ne ise hiç oluşumlaşmış mı?
İçimize işlemiş galiba ki? Olay sırasında atar tutarız tedbir isteriz ama üç gün sonra unuturuz yeniden aynı duruma kadar.
İzleyelim bakalım.
***
“Sıfır alan gençlerimizi yeni görüp, fetva veren verene!..
Sıfırı tüketen çocuklarımız değil. Bizleriz aslında...
Ebeveynler, Eğitimciler, oy peşindeki siyasilerimiz ve zorla(!) sınıf geçirtme talimatnameleri çıkaran Bakanlar olmuyor mu?..
Eğitimin yanında kuralları da anımsayıp, değer verip öğrettik mi?..
***
Bir geriye dönüp yıllar öncesine bakalım. Nostalji de dediğimiz günlere.
Daha önce Konya gazetelerinde de yazmakla beraber, hayli önce de yazmıştım
***
“Bizim kuşağın gençliği ile bugün ki gençlik arasında hayli yaşam ve görüş şekli bulunmakta.”
Elbette olacak. Olacak ama bazı inanç ve ananevi kaidelerin devam etmesi de, gençlerimizin hayatında, çevresine, büyüklerine hatta devletine karşı saygıyı devam ettirmesine vesile olur. Bunu “Geri kafalılık görüşü...” içinde algılamamalıyız.
………
Pek çok yazılarında, “...Gençlere baskı yapılmamalı, serbestlik içinde yaşamları sağlanmalı...” mealini işleyenler...
Laikliği, inkılâpları kimseye kaptırmayanlar;
Ebeveynlerden bilhassa Anadolu ve çoğunluğu köylerde olanlar çocuklarını
“İmam ve Hatip olsun” diye düşünmekten ziyade...
“Çocuğumuz eğitimin yanında, ahlakını da yükseltsin. maneviyatını da öğrenmiş olsun...” düşüncesiyle verdikleri İHL’nin azaltılmasını hatta kapatılmasını savunanlar!..
Aynı konuya yaklaşarak, yazılarında ve konuşmalarında bir nevi yakınma içine giriyorlar...”
Dikkatinizi çekti mi? Bu günlerde YÖK tarafından yapılması kararlaştırılan değişimde “İHL’lilere kolaylık başlığı” altında malumlar tarafından hemen itirazlar, mahkeme başvuruları nüksetmekte yine.
Kişilerin ki onlarda bu vatanın evladı ve kardeşleri olmasına rağmen ilimde ilerleme meydana getirmeye katkı yerine…
İçlerindeki maneviyat yoksunluğu bir tarafa, olanlara karşı bir kin içinde ve onları  insan yerine koymama düşüncesinde olan bilhassa üst tabaka allameleri…
Maneviyat zayıflatma üzerindeki savaşları kendi düşüncelerimi? Yoksa Masonluk takipçisi olmalarından mı bir türlü anlayamadığım çaba içinde görünmekteler.
***
Biz yazıyı izlemeye devam edelim
“Bu muhteremlerin arasına, Sayın Zülfü Livaneli’nin de katıldığını görüyoruz!..
Sayın Livaneli’nin sahip olduğu üzerinde ki değerli sıfatları saymaya gerek yok sanırım.
İşte Sayın Livaneli’den alıntılar...(14.08.2004 Vatan)
***
“...Bir dostum; “Galiba bizim iki büyük sorunumuz var.” Diyordu. “Biri eğitimsizlik, ikincisi ise kural tanımama.”
İtiraz edilecek bir söz değildi. Bu bana göre de son derece doğruydu.
Türkiye nüfusunun çoğunluğu eğitilmiyor.
Aileler çocuklarını o şekilde büyütüyorlar ki...
Yoksul ailelerde “Saldım çayıra-Mevlam kayıra” durumu egemen.
Varlıklı aileler ise çocuklarının sadece gıdası ve bedensel olarak yetişmesi ile meşgul!.
Tabii birde hayatta “başarılı” olabilmesi için okula gönderip diploma kapabilme yarışı.
Ama okul dediğimiz şey, bir takım bilgiler veriyor ancak.
Çocukları eğitmiyor; Onları daha kibar, daha kültürlü, daha anlayışlı bireyler olmalarını sağlamıyor.
Bu eğitim ancak ailede verilebilir.
Bugün on binlerce Türk evi, televizyonun karşısında divanın üstüne devrilmiş, koca bacaklarını duvara uzatmış, annesine “Acıktıııım!” Ya da “Susadııım!” gibi tek kelimelik cümlelerle konuşan obez oğlanlarla dolu.
Anneler de “ Aman benim tosuncuk oğlum aç kalmasın!”diye oğlan gak deyince sandviç, guk deyince cips koşturuyor.
Eve bir büyük geldiğinde ne yapacaklarını bilmiyor bu çocuklar.
Stockholm’de oturduğumuz sıralarda bazen kızımın İsveçli arkadaşları gelirdi eve.
Bir elma verdiğiniz zaman o minicik sarışın kızların yaptıkları zarif reveransı, teşekkür edişlerini görmenizi isterdim.
Küçük melekler gibi uçucu ve kibardılar.
İngilizler de böyle eğitirler çocuklarını, Fransızlar da!
Biz ise Türkiye de her sabah “Büyüklerimi saymak, küçüklerimi sevmek” sözünü söylete söylete son derece cahil, kaba, bön kuşaklar yetiştirdik. (Şimdileri onu da kaldırıyorlar ki, demek adım atılıyor!..)
Onları, düzeysiz ayak takımı eğlenceleri gösteren televizyonlara emanet ettik.
Sonuç ortada!
Oturup kalkmasını, cevap vermesini, yemek yemesini bilmeyen bir gençlik ordusu
***
Bu kategoriye girmeyen pırıl pırıl gençler de var.
Ama devede kulak misali...”
Diye devam eden yazarın bu yazısı, düşündürdü bendenizi!.
İsveçli çocuklardan gördüğü yıllar öncesi terbiyeliği örnek konu yapmadan, “ gençlere baskı yapmayınız...” diyerek yazılarında fikirler öne sürerken bahsetmedi de.
Şimdi niye diye meraklandım!..
Demek ki aşamalar oluyor... Bir şeyleri görebilmeye başlıyoruz!..
Görebiliyoruz ama yıllar geçmiş, değişen olabilecek mi?..
(hangi olumlu değişimi görebildik ki büyüklerine saygı.. yeminini yok etmekten başka?)
Atalarımız, “Çubuk çıtadak, Kavak kütedek” diye boşuna söylememişler.”
***
Ne dersiniz? O günden bu günlere kadar faydalı bir değişim olabildi mi?
Görebildiğiniz oluşumları bendenize de iletirseniz memnun kalırım.
***
Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…   

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.