Epigon kelimesi belli bir kişi veya davaya bağlı olan, alt düzey bir taklitçi anlamına gelir.
Daha genel anlamıyla ise, peşine takıldığı kişinin düşüncesini benimseyen ve savunan, peşine takıldığı kişi değişince, bu sefer yenisinin fikrini benimseyen kişiler için kullanılan bir terim olarak bilinir.
Bizim memleketimizde çok az bilinse de, batıda bir düşüncenin veya bir siyasetin takipçisi olanlara verilen isimdir.
Bir hareketin başlangıcında bulunmayıp, sonradan katılarak başkalarını taklit eden taklitçilere de, ikinci kuşak anlamında epigon deniliyor.
Türkiye’de cumhuriyet kadroları için Stalin ve Troçki’den mülhem bu “epigon” terimi tek parti iktidarı mensupları için kullanılmaya başladı.
Kemalistler açısından, bu tanımda yer alan “ikinci sınıf” nitelemesi fazla önem taşımaz. Çünkü onlar kendileri zaten her şeyde kemalizmin eşsizliğini vurgulamayı, söze buradan başlamayı seçmişlerdir.
Bunun örneğini açık bir şekilde Hasan Âli Yücel fıkrasında görürüz:
Hasan Âli Yücel’e, “Sıfır nedir” diye sorulduğunda, verdiği cevap; “Sizin karşınızda ben” olur.
Bunun basit bir “dalkavukluk” olduğunu düşünmeyin.
Bu gün bile çeşitli nedenlerle iktidar partisinde veya yakın çevrede yer almak isteyenler için farklı amaçlarla da olsa böyle düşünen, daha doğrusu böyle düşünmek mecburiyetinde olduğunu hisseden büyük bir kesim var.
Bu ülkede ideoloji olarak dayatılan kemalizmi öldürmeye çalışan diğer ideolojilerde de, benzer epigon davranışların var olduğu, özellikle tek parti hükümetleri dönemlerinde görülür.
“Seni sevmek millî bir ibadettir” diyerek 5816 sayılı Koruma Kanununu çıkaran Bayar’ın bu sözlerinin, şimdiki iktidar partilerinde benzer yankılanmalarını görmemek için kör olmak gerekir.
Kemalizmin donuk bir dogma olmamasını isteyen, tepeden inme baskıcı ve kurtarıcı kemalizm epigonları, demokrasi adına otoriterliği öne çıkararak, muhalefet partisi gereğini duyma adına muhalefeti bastıran, kapatan bir model oluşturmuşlardır.
1930 yılların tek parti özlemiyle kemalizmi tekrar hayata geçirmek adına, kemalizmi yok etmeyi bile göze alan İnönü’ye besledikleri sevgi ve saygının benzerini, her dönemde iktidar partisinin genel başkanına ve çevresine törensel biçimlerde gösterdiklerini görmekteyiz.
Bir bireyin, saygı duyduğu kişi karşısında kendini “ben bir sıfırım” diyerek, ya da başka bir şekilde tanımlaması, sonuçta, o bireyin bileceği bir şeydir.
Ama bunu bir yerlere gelmek veya bulunduğu makamı kaybetmemek adına yapıyorsa, ona insan demek için epey düşünmek gerekir.
Kemalist laiklik anlayışının İslâm’ı tamamen yok etmeye yönelmesinin oluşturduğu dinsizlik akımı taraftarlarının da ve karşıt olarak dinin eğitimin her seviyesinde yeniden mecburi tutulmasını isteyen görüş sahiplerinin de, epigon kişilikler olduğuna inanıyoruz.
Bunun ispatı 1950 öncesinde kemalizmin başarılı olmasını ve dinin hayattan tamamen sökülüp atılmasını isteyen çevre ile 12 Eylül sonrasında darbecilerin mecburi din dersi uygulamalarını alkışlayanlar aynı kişiliklerdir.
Aslında gözden kaçırılan bir husus daha var.
Bu ülkenin insanları için Müslümanlık denilince Türklük, Türklük denilince de Müslümanlığın ayrılmaz bir bütün olduğu kabul edilir.
Bu sebepten ister cumhuriyetin ilk yıllarındaki tek parti iktidarı döneminin, isterse de 2000 li yılların tek parti iktidarı döneminin uyguladıkları politikalarda din unsurunu yer alması, kimseyi şaşırtmamalıdır.
Çünkü hangi parti olursa olsun yeni bir “Türk” veya “Dindar” nesil oluşturmak istediğinde, İslâm’ın olmadığı bir politika ile başarılı olması mümkün olmayacaktır.
O yüzden de tek parti politikalarında, temel argüman İslam’dır.
Adı İslam olan fakat fıkhı, şeriatı ve uygulaması olmayan bir din.
FARKINDA MIYIZ?
Cumhuriyetin ilk yıllarında oluşan kemalizm tabusu, şimdilerde iktidarın din uygulamaları eliyle yeniden ve daha tehlikeli bir biçimde oluşturulmaya çalışılıyor.
Neredeyse 1951 Temmuz’unda çıkarılan 5816 sayılı koruma kanunun bir benzeri, şimdiki iktidar mensupları için çıkarılsa itiraz etmek bir tarafa, bu da önceki gibi milli bir görevdir diyecek pek çok kişi var.