Emek kavramını anlatmak üzere çok beğendiğim bir hikayeyle başlamak istiyorum:
“Bir gün bir oğul babasının yanına gelerek babasına artık evlenmek istediğini söyler. Baba bunda elbette bir mani olmadığını ama kendi parasını kazanması gerektiğini ancak o zaman evliliğe izin vereceğini şart koşar. Oğlan para kazanmakta ne var ki gözüyle bakar ve birinci gün annesinin yanına giderek annesinden para alır. Babasına getirir parayı ve ‘Bak baba kazandım’ der. Baba parayı alarak oğluyla bir köprünün üzerine çıkar ve elindeki parayı bir anda köprüden aşağıya savurur. Oğlan şaşırsa da çok umurunda olmaz. İkinci gün bir arkadaşından para alarak babasının karşısına geçer. Babası yine oğlunun getirdiği parayla köprü üzerine çıkar ve parayı yine suların üzerine bırakıverir. Oğlan ağız ucuyla ‘ne yapıyorsun baba’ dese de çok da üzerine düşmez. Üçüncü gün oğlanın para alacak kimsesi kalmadığı için mecbur çalışmak zorunda kalır ve parayı babasına getirir. Babası yine oğluyla köprüye çıkar ve tam paraları derin sulara fırlatacakken oğlan bir anda babanın eline yapışır ve büyük bir korkuyla paralara sarılır ‘Baba ne yapıyorsun onları alın terimle kazandım ben.’ der ve paraları atmasına izin vermez. Babası paraları oğlana geri vererek ‘Bak işte şimdi alın terinle paranı kazanmışsın.’ der.”
İnsanın emek verdiği ona değerlidir. Emeksiz ekmek olmaz. Bu emek kavramının içine aslında birçok dal dahil edilebilir, emek verdiğimiz bir şeye sadece alın terimizi akıtmakla kalmayıp ona zamanımızı ayırıyoruz, umut bağlıyoruz, hayallerimizi inşa edecek bir araç olarak görüyoruz. Tüm bunların toplamında emek vermek, çoğu kavramın ortaklaşa insan ruhunda yarattığı iyileştirici etki olarak literatürde büyük bir yer ediniyor.
Şu anda modern dünyanın etkisiyle bu değer unutulmaya yüz tutmuş bir vaziyette kalmış olabilir. Artık çoğu şeye emek vermeden, çabalamadan, hatta gerçekten istemeden bile ulaşabiliyoruz. Gelişen teknoloji ile birlikte ulaşmak istediğimiz her şey bir tık ötemizde kalıyor sadece. Bu nedenle emek vermenin tam olarak ne demek olduğunu belki ancak eski nesiller tam olarak biliyor. İnsanların emek vermesine gerek kalmıyor. Aslında bu durum insanlığın da biraz kolayına gelen noktalardan birisi olabiliyor. Çünkü emek yanında acıyı da getiriyor. Emek harcadıkça insan acı çekiyor ve belki de benliğini çok zorlayacak noktalara gelebiliyor ancak o alın teri zorlanma olmadan, acı olmadan akmıyor. Acı insanı olgunlaştıran temel kaynaktır. Emek gösterirken acıyı çekmeden ulaştığımız sonuç sadece beyhude, gelip geçici bir heves olarak kalıyor. İnsan, emek verdiği bir hayalinin sonucuna eriştiği vakit, o hayale ulaşma yolunda çektiği acıları sinesine çok rahat çekebiliyor hatta “iyi ki” diyebiliyor, “iyi ki çekmişim”.
Emeğin kıymetini ancak gerçekten emek göstermiş olanlar anlayabilecektir. Bu noktada yapılması gereken en yerinde davranış tüm ruhumuzu saran “tembellik” duygusundan kurtulmak olacaktır. Emeğin düşmanı tembellik bizim sadece vakit öldürmek için nefsimize hoş gelen davranışları ihya etmemize sebep olacaktır. Bununla baş etmenin en güzel yolu kendimizi zorlayarak, nefsimizi zorlayarak oturduğumuz yerden kalkıp hayalini kurduklarımız için emek göstermek olacaktır. Emek göstermenin tadına ve haklı gururuna bir kez yakalandı mı insan; ömür boyu unutamayacağı hoş bir duygu deneyimi kazanır. Emek bu dünyanın anahtarıdır. Anahtarı elimizden bırakmayalım.