Yaz sabahının erken saatleri… Güneşin kızıllığının alacalı görüntüler arasında sızan huzmeleri süzülürken sıcaklığı da teni rahatsız etmeyecek şekilde hissediliyordu. Adeta ressamın attığı fırçanın alaca görüntüsüydü yaz sabahı. Önceden tasarlanmış bir planın parçasıydı El Sanatları Festivaline yaptığım gezi. Hareketli bir güne başlamış olsak da kalabalıklar arasında yavaş yavaş yürüyorduk. Küçük adımlarım hiçbir ürünü atlamak istemediğimin kanıtı idi.
***
Her tezgahtaki el emeği ürünlerini hiç ayırt etmeden gözlemlerken her biri lahananın sarmalları gibi kafamda yer edinmişti. Gördüğüm ve düşündüklerimin örtüşmesinin rahatlığıyla sarmalın her yaprağı, zaman ve mekanla harmanlanmış, alın teriyle yoğrulmuş ve tezgahlarda kıymetini bilen taliplerini bekliyordu. O an orada sergilenen ürünleri gördüğüm zaman bakmakla görmek arasındaki farkı anlayabiliyordum. İşte bu yazıda gördüklerimi ve duygularımı, insan emeğine duyduğum saygıyı yansıtmak istedim.
Peki sizce nedir emek? Sadece bu tezgahta elle tutup gözümüzle gördüklerimizden mi oluşuyordu yoksa arkasında alın teriyle yoğrulan zaman, mekan, uykusuz geceler mi vardı? Yoksa hepsini yok sayıp da görmezden gelmek miydi? Emek kültürümüzdü, değerlerimizdi, bilgilerimizdi. Kıymeti bilinen her emeğin değerini anlayanlar onu daha kolay görebilirdi. Günümüzde sanki beğenmeme duygusu bir salgın gibi yayılıyor. Emeksiz bir tüketim çılgınlığına kapılmış bir kitle emeğin bu kutsallığını bile bir anda elinin tersiyle itebiliyor ve bırakın saygı duymayı, olumsuz eleştirilerle emeğin değerini görmezden gelebiliyor. Elbette kimse her şeyi beğenmek zorunda değil, kabul etmek zorunda hiç değil; ama el emeği göz nuru ürünler de görmezden gelinmemeli. Büyük fedakarlıklarla ortaya çıkan ürünlere emek veren insanlar için biraz da empati yaparak onları anlamaya çalışmak da bir vicdani görev olmalı. Hiç değilse emek yoğun işleri yapanların hangi zorluklarla karşılaştığını hangi aşamalardan geçtiğini birazcık anlayabiliriz Emek ediğimiz şey sadece el emeği de değil ki…
El emeği bir simgedir ve tabii ki çok değerlidir. Ama bir yazarın nice geceleri gündüze katarak yazdığı eserler, bir ressamın tabloları, bir müzisyenin bestesi kolay algılayabileceğimiz bir emek değildir. Bir öğretmenin kendine emanet edilen çocukları adam etmek için verdiği çabalar neyle ölçülebilir? Toprağı işleyen köylü, sebze meyve üreten çiftçi, yarının gazetesini sabaha yetiştirmek için çırpınan gazeteciler de emek veriyor. Her gün ekmek aldığımız fırıncı emek harcamasa karnımızı nasıl doyuracağız? Buna benzer daha birçok örnek verilebilir. Bütün bunlara rağmen fırıncının alnının teri daha kurumadan çöpe atılan ekmekler tüketim çılgınlığının ve israfın da bir göstergesi olmuyor mu?
***
Son söz olarak söyleyeceğimiz şu olabilir: Beğenmek zorunda olmasak da öteki insanlara hizmet için bir şeyler üretenin emeğine hiç değilse saygı duymak zorundayız. Büyük zorluklarla, bilmediğimiz alın teriyle elde edilen her şey bizim işimize yaramasa bile çok değerlidir. Öyleyse her türlü ürünü üretenler ve onları bize ulaştıran herkes, içten bir saygıyı hak etmiyor mu? Yürüyen eşek bile yatak aslandan daha iyidir derler. Çalışan, çabalayan herkese ve onların yarattığı değerlere selam olsun!