Birkaç gün önce Antalya'nın Konyaaltı İlçesi’nde dört kişilik bir aile (İkisi çocuk) siyanür içerek intihar etmişlerdi. Baba ve iki çocuğu el ele tutuşmuş şekilde salonda, anne ise banyoda ölü bulunmuş ve Afyon'dan gelen ekipler siyanür zehirlenmesini tespit etmişlerdi.
Babanın geride bıraktığı bir mektupta maddi sıkıntı çektiği ve dokuz aydır işsiz olduğunu yazdığı belirtildi. Baba son cümlede herkesten özür dilemiş. Oysa asıl özür dilemesi gereken toplum olarak hepimiz değil miyiz?
Hatırlanacağı üzere bu olaydan birkaç gün evvel Fatih'te de dört kişilik bir aile yine siyanür içerek intihar etmişlerdi (iddiaya göre en küçük kardeş önce kardeşlerini sonra kendini öldürmüş) Bu ailede ekonomik sıkıntılar ve gelecek kaygısından dolayı intiharı ya da en küçük kardeş kardeşlerini öldürüp en son kendini öldürmüş denmekte. Sonucu Adli Tıp açıklayınca öğreneceğiz, fakat bu bize bir şey kazandırmayacak. Üstelik bu hadise İstanbul'un Fatih gibi bir ilçesinde meydana geliyor. Müslümanlar bugün "Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü'min değildir." (Hadis İbn Ebi Şeybe,Kitabu'l-iman, (nşr. el-Albanî), s.33 (Dımaşk ts.). Hadisini fakir komşuya yalnızca bir kap yemek vermek ya da eline birkaç lira sıkıştırmak olarak anladı, onu da yanlış anladı. “Komşusu açken..'' derken açlıktan sadece yemeği, içmeyi anladık. Manevi açlıktan hiç bahseden olmadı.
Gene maddi diğer birçok sorunun ve en önemlisi sevgisizliğin de açlık olduğunu anlayamadık. Seküler Müslüman bireyselleştikçe sadece kendini düşünüyor. Kendine göre yaşıyor. Kendin seviyor... Böylelikle 'komşusu açken' denince açılığı sadece bedene mahsus sanıyor. Maatteessüf yanı başındaki aç fakiri doyurmuyor.
Büyükşehirlerde bugün yan komşusunu tanımayan insanlar var. Aynı apartman çatısı altında olduğu halde binada, asansörde selam vermediği komşuları var. Bir selamı dahi çok görüyor birbirine.
Büyükşehirleri de geçtik artık köylerde bile eski komşuluklar kalmadı. Halbuki Peygamber Efendimiz (sav); ''Cebrâîl bana komşuya iyilik etmeyi o kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.'' (Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140-141) buyurmuşlardır. Eskiden bir tas çorbayı bir kuru ekmeği bir acı soğanı paylaşmaktan mutlu olurduk. Elimizdeki nimete şükreder, bunu paylaşmak isterdik. Şimdilerde elimizde ne acı soğan kaldı ne de paylaşma isteği ve Müslümanlar öylelikle birbirinden uzaklaştı
Bundan mütevellit böylesi toplu halde intiharlar kişiselden ziyade sorunun toplumsal olduğunu gösteriyor. Bu vak'aların birbiri peşi sıra olması endişe verici!..
Bunlar basına yansıyan iki olay sadece, maalesef sağdan soldan çevremizde daha nice nahoş hadiseler yaşanmakta.
Malum medyada bu intiharların ekonomik olmaktan ziyade manevi yoksunluktan olduğu şeklinde algı oparesyonu yapılmakta.
Manevi boşluktan olduğunu farz edelim! O zaman da halkın manevi dünyasından da hükûmet sorumlu değil midir?
Hz Ömer: "Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırırsa bir koyunu, gelir de Adl-i İlahi Ömer'den sorar onu." demiştir. Bir kurdun bir koyunu yemesinden dahi kendisini sorumlu tutan bir Ömer radıyallahu anh vardı. Yöneticiler halkın sadece maddi sorunlarından mı sorumludur?
Milli Görüş'ün en temel düsturu 'Önce Ahlak ve Maneviyat'tır. Maneviyatın, ahlakın olmadığı bir yerde huzurdan bahsedebilir miyiz? Hem ayrıca Anayasa vatandaşın can, mal, inancını koruma altına almıyor mu?
Kaldı ki, ekonomistler uyarı niteliğinde ekonominin iyiye gitmediğini yazıyor çiziyor, ancak ne yazık ki, trollerce uyarı sahipleri çeşitli ithamlarla suçlanıyor. Hükûmete yakın televizyon kanallarında pembe tablolar çiziliyor. Her şeyin yolunda gittiği haberleri yapılsa da halk artık ekrandan gördüklerine değil, çarşı, pazar ve mutfakta tenceresinin içine girenleri görüyor.
Buna mukabil ekrandaki pembe tabloları gören kimi kişiler herşeyi yolunda zannederek kendi yaşadığı ekonomik sıkıntıları kendisi ile ilişkilendiriyor ve bu sefer yine bunalıma giriyor. Bu psikolojik durum başka başka sorunlar yaşanmasına neden olmakta.
Kabul etsekte etmesek de toplumda ekonomik olarak ciddi sıkıntılar oluşmaya başladı. Halbuki sorunları yok saymak yerine gereken tedbirlerin alınması lazım gelmez mi?
Tarım ve hayvancılık bitme noktasına kadar geldi...
Esnaf kan ağlıyor...
Şeker fabrikaları vd. fabrikalar ya kapatıldı ya da satıldı... ("Kapanan fabrika sayısıyla, açılan cezaevi sayısı birbiriyle yarışıyor. Temel kuraldır: Fabrika yapmayanlar, cezaevi yapmak zorunda kalırlar." Temel Karamollaoğlu)
Türkiye üretmiyor. Bankalararası Kart Merkezi (BKM)’nin verilerine göre, Türkiye’de Nisan 2018'de 63,9 milyon adet kredi kartı ve 135,9 milyon adet banka kartı bulunuyordu. Nisan 2017 ile mukayese edildiğinde kredi kartı sayısında yüzde 7’lik, banka kartı sayısındaysa yüzde 11’lik artış olduğunu görüyoruz. 2019 yılında bu rakamların daha da artığını tahmin ediyoruz.
Velhasıl Türkiye dışa bağımlılığı bırakıp üretime geçmediği sürece ekonomik sorunları yaşamaya devam edeceğiz. Ekonomik sorunları yaşamaya devam edenlerse ne kadar yaşamaya devam edecek?..
Selam ve dua ile..