Ekonomide Görünmeyen Tehlike: Kötü Ruhlar

Halil İbrahim Türkmen

Şimdi yazacaklarımı burada bu şekilde anlatmak kolay… ‘Şu şöyle olmalı bu böyle olmalı’ şeklinde yıllardır konuşulmuş ve konuşulmaya da devam ediliyor. Tabii ki konuşulmalı ama gerçekten ilmi olan konuşmalı, bizim gibi de âcizane fikri olan en azından önce dinlemeli sonra üzerine fikrini söylemeli. Ama kadim bilginin yok edildiğinden bihaber olan sözde entelektüel ‘tasarımlı’ eğitimcilerimiz tek merkeze bağlı üretilen sözde akademik bilgileri intihal olmasın diye süsleyerek anlattıkları için, üzerine çalışılan suni ve yüzeysel insan tipolojileri de bu konuyu ciddiye alarak; genelde araç kullanırken, nargile kafede fahiş fiyatlara aldırış etmezken, fırında kürekçi küreği sallarken ve en önemlisi de ülkenin en kritik konularının döndüğü sosyoloji laboratuvarı sayılan mahalle berberlerimizde saç kılı eşliğinde makaslıyor güzelim memleketi. Bunu bu şekilde anlattım çünkü arşivler incelenirse gerçekten ne demek istediğim anlaşılacaktır. Hep aynı terane. Gazete arşivlerinin yanında aşağıdaki konuları da ayrıca incelemekte fayda var.

1. Osmanlı İktisadi Düzeni ve Vakıf Sistemi

2. Cumhuriyet Dönemi ve Devletçilik İlkesi

3. 1980 Sonrası Liberal Ekonomik Politikalar

4. 2000'li Yıllarda Sosyal Yardım Politikaları

5. İslam İktisadına Yönelik Akademik Çalışmalar

Bu başlıkları derinlemesine şuan açamasam da birkaç küçük iktisadi ve sosyal organizasyon örneklerinin isimlerine değineceğim birazdan.

Günümüzde ekonomik sistemlerin yalnızca teorik temellerle değil, aynı zamanda pratik deneyimlerle şekillendiği de bir gerçek. İslâm'ın öngördüğü iktisadi düzen, bu bağlamda önemli bir örnek teşkil ediyor. Bu düzen, sömürü ve kölelik yerine paylaşımı ve özgürlüğü benimserken, tüketimin yanında üretimi teşvik ediyor. Bu ilkeler, hem bireylerin hem de toplulukların daha adil ve sürdürülebilir bir ekonomik yapıya ulaşmasını sağlamak için önemli bir yol haritası sunuyor.

Paylaşım ekonomisinin tanımına bakacak olursak yalnızca büyük şirketlerin değil, bireylerin ve küçük organizasyonların da katkıda bulunabileceği bir modeldir aslında. Örneğin, yerel üreticilerin ve çiftçilerin desteklendiği butik çalışmalar, bu paylaşım kültürünü somutlaştırmanın harika bir yoludur. Bir mahalledeki küçük bir grup insan, kendi aralarında bir kooperatif kurarak, yerel ürünlerin üretimini ve dağıtımını gerçekleştirebilir. Böylece hem ekonomik döngü yerel düzeyde güçlenir, hem de toplumsal bağlar kuvvetlenir.

Bu tür organizasyonlar, bireylerin kendi potansiyellerini keşfetmelerini sağlarken, aynı zamanda topluma katkıda bulunma bilincini de artırır. Üretim sürecine katılan bireyler, sadece ekonomik fayda sağlamakla kalmaz, aynı zamanda kendilerini değerli hissederler! Bu, bireysel özgürlüğü ve toplumsal sorumluluğu bir araya getirir.

Şimdi buraya kadar olan son üç paragrafı yazarken ezberletilmiş ve öğretilmiş şekilde düşünerek; renkli, çiçekli ama böceksiz, çatısı hiç akmayan ve salonun penceresini açınca tozlanmayan, sürekli ikindi serinliğinde pembe panjurlu bir evde gönülden geçenlerden bahsettim ki bu iş öyle değil dostlar. Olsaydı bugüne kadar zaten olurdu. Benzer kurumlar olsa da sonuç ortada. Kalkınma yok.

Yukarıda başlık olarak verdiğim Osmanlı Dönemine bakılacak olursa; Ahilik Teşkilatı ve Vakıf Sistemi, sonrasında Cumhuriyet ile birlikte Köy Enstitüleri ve imece usulü gibi çalışmalar halk arasındaki sağlam sosyo-iktisadi dayanışmayı oluşturduğunu görmekteyiz. Evet! Şimdi de vakıflar vb. kuruluşlar var ama ekonomiye yön veren bireyin ahlâkı yok… Bu sebeple ‘önce ahlak ve maneviyat’ söylemini lütfen sıradanlaştırmayalım!

Birincil problem olarak bireyin ahlaksızlığından sonra, yine bu süreçte dikkat edilmesi gereken önemli bir konu var: Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası finans kuruluşları, ekonomileri yönlendirme iddialarıyla, aslında birçok ülkenin bağımsızlığını tehdit eden politikalar geliştirmektedir. Bu kuruluşlar, genellikle borç verme süreçleri aracılığıyla, ülkeleri ekonomik bağımlılığa sürükleyerek, egemenliklerini zayıflatıyor. Bu durum, yerel girişimlerin ve butik çalışmaların önünü tıkamaktadır. Evet, bunu dünya biliyor ama yine ortalık boş! Bu sebeple önce birey olarak kendimize destur çekelim sonra başkalarıyla mücadele ederiz.

Sonuç olarak, İslam'ın iktisadi düzeninin prensipleri, modern dünyada yeniden keşfedilebilir. Paylaşımın, üretimin ve yerel değerlerin ön plana çıkarıldığı butik çalışmalar, toplumların refahını artırmanın anahtarı olabilir. Ancak, bu süreçte dikkatli olunmalı; zira dışsal güçlerin etkisiyle yerel ekonomileri zayıflatacak adımlara karşı uyanık olmak gerekiyor. Ama olunmuyor! İhtiyacımız olan, bu değerleri pratiğe dökebilecek cesur bireyler ve topluluklar. Materyalist çürük ve karanlık ruhlar ile değil, Allah ile arası iyi olan ruhlar ile beraber…