Ülke olarak eğitim meselemizi sosyo-ekonomik ve sosya-kültürel bir kalkınma projesi olarak görmenin yanı sıra bu husûsa; “çok ciddi bir târihsel birikime sâhip bir milletin medeniyetinin devam projesi” olarak da değerlendirmek yerinde bir bakıştır.
Eğitim ve öğretimin nitelik ve nicelik olarak seviyesinin yükseltilmesi, toplumun özünde mevcut olan vâroluşunun istiklâli ve istikbâli meselesidir, bize göre. Geride ‘hasta adam sendromu’ ve aşağılık kompleksiyle seneler ve nice nesiller hebâ edildi. Ama şimdi hem ülkemiz hem dünya adına, “çağı kurtarmak ve çağa yeni bir medeniyet armağan edebilmek mücâdelesinin verilmesi” artık âcil durum hâline gelmiştir. Eğitim alanında çağı kuşatıcı, vizyoner bir yapıyla, eğitime potansiyel yeni bir ivme kazandırılabilir. Bu hedef doğrultusunda Milli Eğitimin tüm birimlerinde, bir zihin dönüşümü ve beyin fırtınası yaşanması şarttır.
Nasıl bundan on beş sene önce, on beş sente muhtaçken şimdi dünyânın en gelişmiş ülkeleri arasına girebildiysek, ekonomik anlamda böylesi başarılar kazanıldıysa, bu aziz vatanın bir evlâdı olarak, eğitim alanında da ayni atılımları bekliyoruz. Tüm dünyânın, bizden gelecek doğru bir bakış açısına ihtiyâcı var. Bu târihsel bir sorumluluktur. Eğitimin kendi içindeki sıkıntıları bir kurumsal problem olarak telakki etmemek gerekir. Bu bizim önümüzdeki senelerin daha parlak olabilmesi için elimizdeki insan sermâyesini daha uygun ve dinamik olarak nasıl kullanabiliriz târihi misyonumuzun karşılığıdır. İçinde bulunduğumuz zemin bu kutsî görevi bizim omuzlarımıza yüklüyor. Geç kalınmadan bu işi canla başla göğüslemeliyiz. Şu zaman ve mekan hâla bizim için önümüzde şansımızın bulunduğunu söylüyor.
Hep bahsettiğimiz gibi memleketimiz, eğitim alanında da son yıllarda göz doldurur bir alt yapı çalışmalarını başarıyla gerçekleştirdi. Buna rağmen eğitim sahasında öğrencilerin ortaya koyduğu başarı neticesi oldukça gerilerde. Bu problemli konuda sıkıntılı hususları tespit edip bunların çözüme kavuşturulması gerekiyor.
Bilindiği üzere Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından 1997 senesinde başlanan ‘Uluslar arası Öğrenci Değerlendirme Programı’ (PISA) üç yılda bir 15 yaş gurubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerini ölçmektedir. Bu ölçümde öğrencilerin ‘Fen Bilimleri ve Matematik okuryazarlığı ile Okuma Becerileri’ değerlendirilmektedir. Türkiye 2003 yılında ilk defa bu programa dâhil oldu. Ülkemiz 2015 de katıldığı bu değerlendirmede Fen Bilimlerinde 70 ülke içinde 52, Matematik de 49, Okuma becerilerinde ise 50. sırada yer aldı. Yâni sonlardayız. Bu tablo bizi; ‘Nerede hata yaptık ya da yapıyoruz?’a, götürmeli.
Bu sorunun cevâbının mutlaka irdelenmesi lâzım. Biz iki şekilde cevap verelim. 1- Genel boyutta; Bir kere şimdiye kadar eğitim program sistemimiz içinde ilk-orta-lise ve yüksek öğrenimde öğrencilere sunulan birbirinden kopuk eğitim planlamaları vardı ama yeni müfredatta hayat ile yaş, öğrenim kademeleri, kâbiliyetler ve hatta kültürel birikimlere kadar bir bütüncül program var bu işe çözüm sadedinde. Böyle bir aksaklığın yetkililer tarafından fark edildiği anlaşılıyor. Yanı sıra geçen yazılarımızda belirtildiği üzere öğretmenlerin derslerini vermedeki yeterlilik performansları söz konusu, sınav sistemleri, öğretmen-öğrenci ilişkisi, sınıf içi disiplin gibi eğitim ve bilimsel açıdan yeniden yapılandırarak değerlendirme hususları problemli alanlarımızdır, başarısızlık öğesinde.
2- Özele inersek araştırmalar gösteriyor ki; Matematik ve fen Bilimleri dalında öğrencilerimizin başarısızlığında dijital bilgiyi kullanırken sorun çözme kapasitesini yakından ilgilendiriyor. Çocuk Matematik sorularını çözerken bu dersin felsefesine de hâkim olmalı ki sorularda mantık yürütebilsin bizimkiler açıktan daha önce kendisine gösterilen örnekleri çözebiliyor. Sorular daha farklı veya karmaşalı olunca yapamıyor çünkü orada nasıl bir mantık yürütebileceğini bilmiyor. Tabi bu konuda söylenecek çok şey var fakat yerimizin yetmeyeceği açısından değinemiyorum. Okuduğunu anlama becerisindeki başarısızlığın neticesi de şu ki; öğrencilerimize kendi anadilini öğretemememiz ve onlara çok okuma potansiyelini kazandıramamamız gerçeği yatıyor.
Fırsat eşitliğinin sağlanması konusu da önemli bir husus başarıda. Kanaatimizce özel öğretim kurumlarına verilen ayrıcalıklı destek yerine halka hizmet veren devlet okullarının güçlendirilmesine gayret sarf edilse daha iyi olacaktır. Özerklik eğitimde fırsat eşitliğini ortadan kaldırıyor. Herkes eşit kulvarda yarışmalı. Hem sonra bu özel kurumların ayrı ayrı denetlenmesi de devlete farklı bir ek mâliyet gerektiriyor. Sâdece yüksek gelir imkânına sâhip olanlara değil memleketin her kademesinden olan insanlarımıza eşit eğitim imkanları sağlanmalıdır.
Bir de ülkede sürekli değişen durumlar, olağanüstü haller var. Bu durumlar insanları tamı tamına eğitime odaklayamıyor, hızla artan eğitim insanları ve mülteciler de tabi ki eğitimin kapasitesini ve kalitesini etkiliyor.
Her şekilde gelişen çağda eğitimin ana bileşkesi olan öğretmenlerin gelişmesi ve geliştirilmesi, öğrencilerin okuma-anlama-yorumlama ve ifâde edebilme becerilerinin artırılması, eğitimdeki reform düzeyindeki müfredat yenilenmesiyle önümüzdeki yıllarda daha iyi bir başarının geleceğini umut ediyoruz.