Türkiye’miz uzunca süredir karıştırılmak istenmesine rağmen bir türlü hedefe konamamıştı. Ne yapıp ne edip İslâm’ın son kalesi Türkiye mutlaka Ortadoğu çıkmazına sürüklenmek isteniyordu. Dış güçler ellerine geçen her fırsatı değerlendiriyorlardı. İçerdeki piyonlara da oyunu kurallarına göre oynamak düşüyordu. Bu tehlikeli oyunda kullanılan iç oyuncular ise mâlum legal parti ve onun terör uzantıları vasıtasıyla kotarılıyor. Şükür ki oyun devlet görevlileri tarafından görülüyor. Son operasyonlar, Türkiye’nin terör ve benzeri saldırılar karşısında kendisini savunma konusunda gösterdiği hassasiyeti bütün netliğiyle ortaya koymuştur. Türkiye devleti güçlüdür. Üç-beş soysuza pabuç bırakacak değildir elbette.
Ancak asıl mesele bu değildir. Asıl mesele şimdiye kadar Kürtlerle ilgili elini taşın altına koyan yılların en büyük problemini çözmek adına büyük fedâkarlıklar yapan hükümete karşı mâlum parti ve arkasındakilerin takındığı esef verici tutumdur. PKK’nın Kürtlerin irâdesini, duygu ve geleceğini ipotek alma sürecini geniş zamanlı ilim-irfan içinde görebilen “Kürdistan” kitabının yazarı Sayın Vahdettin İNCE’nin bu husustaki görüşleri gerçekten dikkate değer, bakın ne diyor; “PKK Kürtlerin çıkarını değil ölümünü istiyor. Müslüman Kürtlerin bedenine deli gömleği giydirilmek adına Marksist sol akıl, sürekli bahâneler üretiyor, çatışma istiyor. Herkesin barış dediği bir süreçte KCK’nın ‘devrimci halk savaşı’ başlatması varoluşsal bir tercihtir. Yâni Kürt solu kalıntıları böyle istiyor netice de yine Kürtler ölüyor. Bugün Kürtlerle ilgili ne kadar iyileştirme varsa hepsinin altında imzası olan bir hükümete karşı geliştirdiğiniz tutumun ancak ideolojik bir izahatı olabilir. Devamlı çatışma çıkarmak için bahâne üretip fırsat kollayan örgüt, şartsız ve gerekçesiz bir savaş istemektedir. Bu savaş Kürtlerin çıkarına değildir bilakis Kürtlerin ölümü isteniyor. Kürtler HDP’ye savaş başlatsın, diye oy vermediler. Meclise gidin haklarımızı savunun, çatışmaya son verilsin, diye oy verdiler. Bir örgüt dağlarda varlığını sürdürmek istiyorsa mutlaka bir takım odaklarla işbirliği içine girecektir. Elbette bazı bölgesel güçler devrededir. Ama asıl olan Ortadoğu’ya dayatılan sistemdir. Üst aklın Türkiye için belirlediği rol, Türkiye’nin İslam’la ve Kürtlerle kavga hâlinde olmasıdır. Türkiye seksen-doksan sene bu rolü oynadı ve çok şey kaybetti. Sonra yeni Türkiye anlayışı devreye girdi ve ilk önce İslam ile kavgaya son verildi. Bu bölgeye büyük bir dinamizm getirdi. Ardından Kürt sorununa el atıldı ve hükümet devrim sayılabilecek adımlar attı. Bu Türkiye’nin Ortadoğu sisteminin dışına çıkması anlamına geliyordu. Kürt bedenine musallat olmuş Marksist akıl bu süreçte Türkiye’nin eteklerine yapışmış yeniden Ortadoğu sisteminin içine doğru çekiyor. Bu çarpık ideoloji Türk-Kürt kardeşliğine kastediyor. Bu süreçte Türklerin ‘öfkelerini yutmaları’ gerekir. Kürtler de çocuklarının kanları üzerinden devrimci halk savaşı düşleyenleri iyi tanıyıp aralarından onları tasfiye etmekle yükümlüdürler. DAEŞ Müslümanlara PKK’da Kürtlere zarar veriyor.’ Diyor. Hakikaten sonuna kadar haklı görüşler.
Konuyu doğru analiz edenlerden gazeteci-yazar Kürt aydını Orhan MİROĞLU’da Türkiye’de oynanan oyunun son derece çapsız ve ruhsuz olduğunu vurgulayarak; Çocuklarının ve eşlerinin önünde çapraz ateşe tutulan binbaşılar, uyurken ensesinden kalleşçe vurulan polisler, bir anda herkesi saran bir trajediyi topluma yaşatmak, etnik hınç ve öfkeyi büyütmenin en garantili yoludur.’ Derken; ‘Ateş sâdece düştüğü yeri yakmıyor hepimizi yakıyor. PKK kuruluş yıllarında olduğu gibi başa dönmüş, bin defa denediği ama hiçbir sonuç alamadığı yolu yine deniyor. Seçilmiş kurbanlar ve işleği cinâyetler etnik hınç ve öfkeyi büyüterek devrimci halk savaşını halkın arasına yaymaya çalışıyor. Çünkü PKK’nın artık dağlarda kazanabileceği bir savaş yok. Bir taraftan da ölenlerini kutsal bir davanın kurbanları olarak görüyor. Bu yapılanlarla Türkiye’nin Batı ve Doğusundaki insanların etnik bir öfke ve hınçla hareket etmeleri amaçlanıyor. Çünkü PKK’nın bu hınç ve öfkeye ihtiyâcı var ve bunu göze almış durumda. Her iki tarafta öfke büyürse milliyetçiliklerin yükseleceğine ve bu durumun kendisini güçlendireceğine inanıyor. Yanlış bir hesap bu! Zira biz Kürtler ve Türkler kardeşiz, bu kardeşliğin arasına asla kan davası girmeyecek. Bu yanlış hesap planlandığı merkezlerden, Şam’dan, Bağdat tan ve Tahran’dan hatta Avrupa ve Amerika’dan döner de bir gün ortada kalakalırsınız,’ diye PKK’ya sesleniyor haklı olarak.
Ayni zamanda mâlum partinin sazlı-sözlü parlatılan eş-kenar başkanına; “Size savaş yaptırtmayacağız, filan gibi akla ziyan sözlerle bilgi-hafıza ve târih kirliliği yaratarak hakikatleri görünmez hâle getiriyor. Bâzen Kandil’in bile aklına gelmeyecek iftirâlar atıyor’ diyor.
Gazeteci Ahmet Hamdi Çamlı’da çok değişik tespitler yapmış. Son olarak onları da sizinle paylaşarak yazımı bitirmek istiyorum; “İçinde şerefsizlik, onursuzluk, yalan, kalleşlik, provakosyon, uyuşturucu ticâreti, hırsızlık, bebek kâtilliği, ahlak kâtilliği, Allah-Kitap-Resul düşmanlığı v.s günümüze kadar icat edilen ne kadar fenâlık varsa hepsini içinde barındıran kökü şeytana dayalı ‘dava.’ Târihe ihânet davâsı, hemşeriye ihânet davâsı, vatandaşıyla kucaklaşan devlete ihânet davâsı, târihe ihânet, kültüre ihânet, dîne ihânet, doğmuş-doğacak nesle ihânettir. Hâinlik başka nasıl târif edilir ki!... Öyle bir zaman tünelinden geçiyoruz ki şeytan şaşar yaşadığımız kalleşliklere, ihânete, yalana-dolana…”
Daha iyi günlere doğru inşaALLAH.