Kâinat âdeta insanın kalbiyle konuşur, ruhuna ilhamlar verir. İlâhi otorite insan denen canlı organizmaya uygun bir hayat gücü bahşetmiştir. Kutsal kitabımız her vesileyle insan kalbini değişik üsluplarla evrendeki çeşitli tablolara yöneltir. Meselâ gündüzün güzelliğinin hep devamı insan kalbindeki tesirini klasikleştirir, unutturur. Gece ise her şeyi gizleyerek bağrına basar. İnsan kendisine bahşedilen dünya gözüyle, kâinat âlemindeki iman delillerini ve kudret akışlarını görür. Dili ile kalbi duyuşlarını, fikirlerini, ifâdelerini açıklayabilir Zaman olur ki bugün olduğu gibi sözler kılıç tesiri yapar. Kimi zaman bir söz sâhibini ateşe attırır. İnsan, sözüyle yükselir veya düşer.
Müminler topluluğu ortak duygulara sâhip bir uzuv gibidir ya da olmalıdır. Yanlışlar, kötülükler, ithamlar, olumsuzluklar, menfilikler, günahlar karşısında iman kardeşliği çerçevesinde hep aynı şeyi hissederler. Neticede inananların mahcup ve yenik düşmemeleri için el ele vererek birbirlerine destek olurlar. Müslümanların muzafferiyeti için birbirlerine güç verirler, birbirlerinin kuyusunu kazmazlar, bin bir emek ve fedâkarlıklarla kazanılan güzelliklerin bozulmasına izin vermezler. Müminin toplum içindeki vazifesi dâima yapıcı bir unsur olmaktır, yıkıcı değil. Hizmet; körükleyici, yapılan güzellikleri baltalayıcı değil başarıyı destekleyici olmalıdır. Hizmette boştan yere çığlık koparmak yerine güven ve emniyet verilir. İnananlar doğruluk, emniyet, güven üzerinde yardımlaşırlar. Ve her iş iman ile yerine, rayına oturur. Örneğin yoksula-ihtiyaçlıya yardım tek başına anlamlı değildir. Yapılan iyiliğin yüce Yaratıcı tarafından değerlendirilmesi için iman gereklidir. Çünkü iman amelleri sağlam ve değişmez ölçüye bağlar. Bu sebeple inanan kişiler her yaptığı işi salih amel ölçüsüne oturtmayı yeğlerler. Bugün ortada dolaşan konuşmaların, davranışların, koparılan vâveylâların salih amel ile uzaktan yakından alakası yoktur. Biraz ferâset, dikkat, basiret lütfen!
İnsanlar heva ve hevesleriyle kendinden olmayanları yerin dibine batırmak için değilde ilâhi hakikatlerin gerektirdiği gibi davranmazlarsa doğrusu sonuç hüsran olur. İlâhi hakikatlerin tatbikatı bugünün mevcut hayat realitesine en uygun davranış biçimi olduğu gibi yarınların da değişmez gerçekleri olarak kalacaktır. Bir bitki tohum halindeyken filiz verip yeşermek için nice zahmetlere katlanır. Çevresindeki elementlerden gıda olarak istifâde edip emmek için çabalar. Bütün bunları dallı budaklı, meyveli bir ağaç olmak için yapar. Devâmında yine ayni gayretleri sürer. Bu sefer tohum yâhut fidan oluşturmak için gayret eder. Bir bitkinin varlıklar dünyâsına güzellikler katmak ve varlığını devam ettirmek, kendi türünü korumak adına sarf ettiği çabayı hesâba katarsak insanoğlunun da bu çabadan kendi hesâbına çıkaracağı dersleri olması gerektir.
Kur’ân-ı Kerim’de Beled sûresi, âyet 4’te: “Biz insanı gerçekten meşakkat içinde yarattık.” Buyruluyor. Gerçekten de şöyle bir düşünülse insan daha ilk yaratılıştan rahim denen küçük bir âlemden dünya yüzüne çıkarken aynen boğulurcasına sıkıntı, baskı ve zedelemelere mâruz kalır. Sonrasında bu küçük insanın yemek yemesi, gazını, çıkarması, yürümesi, dişini çıkarması, boyunun uzaması her biri ayrı meşakkattir. Öğrenim yapması da farklı bir zahmettir. Bütün bu zahmetlere katlanan insan her hâlü karda yorulur. Kimi insan bir lokma için yorulur, kimileri de milyarları trilyon yapmak için yorulur. Birileri ‘lillah’ adına hayır yapmak için yorulur. Birileri de yıkmak için yorulur, türlü akıl almaz ilişkiler ortaya kor. Yorgunluklar ‘Allah’ için olmazsa bu tür yorgunlukların sonu acıklı bir hüsrandır. Hayır için yorulanlar ise en güzel bir hayâtı hak ederler. Yorulan insanlar merdivenin basamaklarını çıkarken pek çok zahmetlere, eziyetlere katlanırlar. Aslına bakarsanız yorgunluk dünya hayâtının tabiatı icâbıdır. Ancak zararlıların en zararlısı odur ki, insanoğlu dünya hayâtının onca zorluğuna, meşakkatine katlanıp da sonunda ahret âleminde acı bir sona düçâr olmasıdır. Demek ki değerli işler için yorulanlar ile değersiz işler için yorulanlar bir olmuyor.
Bir insanın dünyâya gelmesi için ne kadar çok şey seferber edilir. Elbette bin bir özenle doğan insan başıboş değildir. İnsanı yaşadığı dünya hayâtında birçok meşakkatler, zorluklar kuşatmıştır. İşte insan kendini kuşatan her güçlüğü aşmak, bâzılarına katlanmak ve bunları yenerek hayâtını devam ettirmek zorundadır. Zira insan güçlüklerin ve zorlukların üstesinden gelebilecek donatıda yaratılmıştır ve onlarla uğraşırken gösterdiği performansı ölçüsünde hem halk katında hem Hak katında değer kazanır.
Cenâb-ı Hak insanoğlunun ruhunu temizleyerek arıtıp ulaştırmayacağı mertebe yoktur. Çünkü o, Rabb’in coşkun nûruyla yıkanmıştır. Rahman ve Rahim olan Allah Azze ve Cel rahmet ve ihsânıyla, izzet ve ikrâmıyla hiçbir sebep olmaksızın dahi kullarına esenlikler, ferahlıklar bahşeden ve huzur ihsan edendir. İnanan insan en zor durumlardan dahi hayırla çıkmasını bilendir. İnsanoğlu önündeki şüphe ve kargaşalığa rağmen sağduyusu ve ruhundaki doğru değerleriyle dâima hakikat yolunda yürüyendir.
En doğru yol olan sırâtı mustakim yolunda yürüyerek hep hayır, iyilik ve güzellik üzere olmak dileğiyle…