Yine selam duâsıyla başlıyoruz yazımıza; ‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
‘Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum. İyi hallilerle de, kötü hallilerle de birlikte oldum, düştüm, kalktım.’ (5.Beyit)
Önceki yazılarımızda bahsettiğimiz üzere, Mesnevi’de, ney ‘mürşidi kâmil’i yâni ‘kâmil insan’ı temsil ediyordu. Kendini her boyutlu Hakk’ın terbiyesiyle eğitmiş ve yetiştirmiş seçkin şahsiyetler, toplumun her kesiminin arasına girerek, o meclislerde iyi ve kötü halli pek çok insan ile berâber bulunurlar. Zira eşsiz Peygamberimiz aleyhisselam’da böyle yapmıştır. Rasûlullah aleyhissalâtu vesselam, bütün insanlığın mürşididir. O kâmil insan, aleyhissalâtu vesselam, müşriklerin arasına girer, onlarla görüşür ve onları Tevhid yolu İslâm’a çağırır, îmâna dâvet ederdi. Hac mevsiminde, Mina’ya gider, çadırların arasında dolaşır ve insanları Hak yola çağırırdı. Yine panayırlara, şehirlere giderek insanları, içinde bulundukları yanlıştan dönmeleri için uyarırdı. Bu davranış, Allah dostlarının engin rahmet ve merhametinin tezâhürüdür.
Bilindiği üzere, her şey zıddı ile daha iyi anlaşılır. İyi-kötüden, doğru-yanlıştan ayır edilsin diye Cenâbı Hak yarattıklarının zıddını yaratmıştır. Nûrun değeri anlaşılsın diye, zulmet yaratılmıştır. Hâ keza, sâlih zatların değeri anlaşılsın diye, fâsıklar vardır. Sâdi Şirâzî’nin dediği gibi; ‘Bütün âleme âşıkım, çünkü bütün âlem, Hakk’ın eseri hilkatidir.’ lemlerde yaratılmış her şey, makrodan mikroya, Hz. Allâh’ı gösterir. O’nun her yarattığı güzeldir, hoştur ve yerindedir, isâbetlidir. Yunus Emre gibi diyelim bizde; ‘Yaratılanı hoş gördük, Yaradan’dan ötürü’ Biz her şeyi O’nun için sevdik ve dahi severiz. O’nun yarattığı her şey güzeldir.
İnsanı kâmillerin kötülerin arasında bulunması, kâmil insanların merhametlerinin bir göstergesi olarak, onları Cenâbı Hakk’ın gazabından korumak içindir. Hem zâten o değerli şahsiyetlerin fâsıkların arasında bulunması onlar için bir nimettir. Bu hususta âyeti kerime vardır. “Halbuki Sen onların içlerinde iken (Habîbim), Allah onlara azap edecek değildir.” (Enfal, 33) Bu meselenin bir boyutu. Ama tabi herkes bu değerli işi yapamaz. Ancak nefislerini her türlü çirkinliklerden, aşırılıklardan arındırmış, kâmil insanlar, bu işi yapabilirler. Ancak onların sözleri etkili ve tesirli olur. Yoksa nefislerini olgunlaştıramamış insanlar, bu kıymetli işe kalkışamazlar. Bu da elbette, mânevî bir terbiyeden geçerek sağlanır. Neyin ney olmadaki serüvenini hatırlayalım. Kendini kemâl derecesine getirememiş kişiler, girdiği fâsıklar cemiyetinin kötülüklerine kendisi de, özenerek, bulaşabilir. Kimse kendi nefsinin garantisini veremez. O sebeple, kötülerle, günahkarlarla uğraşmak ancak insanı kâmillerin harcıdır.
Dolayısıyla Kutbul rifin olan Mevlâna Hz. her çeşit kötülüğün işlendiği yerlere giderek, tıpkı Peygamber aleyhissalâtu vesselam gibi, onlara merhametinden dolayı dertlerini dinlemiş, sonrasında her birini imâna dâvet etmiştir. Çünkü günahkarların, sâlihlerden daha çok nasihat ve uyarıya ihtiyaçları vardır. Hak dostları öylelerini gafletten uyandırmak, esiri oldukları nefislerinden kurtarmak, hevâ ve heveslerine uymaktan alıkoymak adına yoğun gayretler sarf ederler. Aynı zamanda, onların bu yoldan dönmeleri için duâlar ederler. Bu bir irşad vazifesidir. İşte Hz. Pîr’in bu peygamber vazifesini yaptığını görüyoruz.
Hiç şüphesiz, büyük bir cemiyet olan bu insanlık âleminde, iyisiyle-kötüsüyle pek çok insan vardır. Bu insanlar bir arada yaşarlarken, çeşitli durumlarda birbirlerine muhtaçtırlar. İşte bu birlikteliklerden elbette ki, insanlar birbirlerinden etkilenirler, neticede aralarında maddi-mânevî akışlar olur. Mevlâna Hz. gibi feyiz ve nur âleminde derya olan bir kâmil şahsiyetten, istifâde edenler, onun hâlinden elbette ki etkilenirler. Hz. Pîr de, o bataklıklarda çırpınanların elinde tutar, o kişileri güzel davranışlı fertler olarak topluma kazandırır.
Hz. Mevlâna’nın topluluklar arasındaki, iniltisi, feryâdı, kendisinde vâr olan engin feyiz ve aşkından dolayıdır. Kötü denilen kişiler de, bu cemiyetin bir ferdidir ve bizim din kardeşimizdir. Onları dışlamak yerine, bize yakışan düşenin elinden tutmaktır. Böylelerine rahmet nazarıyla, şefkatle muamele etmek, şerefli İslâm’ı istediği faziletli bir davranıştır. İşte bu vesileyle Hz. Mevlâna, çirkinliklere bulaşmış insanlarla berabâber olup, onları düzeltmeye çalışır. Günahkarlara hiçbir zaman Rabb’in rahmetinden kovulmuş kişiler gözüyle bakmadığını, Cenâb’ı Hakk’ın onları da affedebileceği düşüncesiyle, muamele ettiğini söyler.
İnsanın sonunun ne olacağını kimse bilemez. İnsan hayâtını Hak yolda yaşayarak bitirmesi kendisine yakışandır. Bunun için vaktini çok iyi değerlendirmelidir. Boş zaman yoktur, boşa geçirilen zaman vardır. İnsanın kendisine ahret kazandırmayan işlerle uğraşması, abesle iştigaldir. Varlığın üç boyutu vardır. 1-Beyaz 2-Siyah 3-Gri. İnsanlar gerçekleri son anda idrak edemez, anlayamazlar. Hayatı yaşarken kişiler, mümkün olduğunca beyazda yaşamaya gayret etmelidir. Bu zordur elbet ama imkansız da değildir. Ancak siyaha düşmemek nettir. İş gride isek, hemen derlenip toparlanarak, tövbe ile rengimizi beyaza çevirmektir. Yoksa öldükten sonra herkesin rengi, kendi rengine yâni tek renge boyanacaktır.
Efendim selâmetle kalınız. Cumânız mübârek olsun.