Şerefli dînimizin kâmil düsturlarını dünyâya hâkim kılma, hak-hukuk-adâlet kavramlarının her sahada geçerli olmasını temin etme, sevgi-muhabbet ve rahmet ikliminin tüm canlılarda tecelli etmesi davâsını gâye edinme ideali, şanlı medeniyetimizin en temel mefkûresiydi. Bu asil medeniyetin çocukları olarak, bugün ortalıkta gezinen gâyet, ucuz, pespâye, sığ, insânîlikten uzak yaşantı ve fikir tarzları bizleri doğrusu çok utandırıyor, hüzünlendiriyor. Böylesi ahlâkî bir seviyesi olmayan, erdemsiz sâdece lafa dayalı sözler ve davranışlar, insanlığa bir şey katmıyor. Dostlar alış-verişte görsün misâli icraatlar, asla inandırıcı değildir. Bilhassa şu son Filistinli kardeşlerimize yapılanlar, bizi acı acı tebessüm ettiriyor. Neredesin şanlı medeniyetimin asil insanları? Diyoruz.
Osmanlı’nın târih sahnesinden çekilmesinden sonra dünya hâkimiyeti, ‘haçlı zihniyeti’ne geçince, dünya düzeni hem dışta hem içte altüst oldu. Şerefli ecdâdımızın senelerce; ‘İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın’ ilkesi; ‘İnsanı iliklerine kadar sömürme’ anlayışına bıraktı. Bugün en medeni, en çağdaş diye bakılan ülkeler, İslam diyarlarını bilhassa Afrika topraklarının tüm zenginliklerini sömürdüler ve o ülkelerin asıl sâhiplerini Avrupa’ya getirerek hayvanat bahçelerinde kafeslere koyup, tıpkı maymunlar gibi seyirlik ettiler. Onları köle gibi kulandılar. Hiçbir ahlâkî ve insânî ölçü tanımayan sömürgeciler, târihî haçlı kiniyle birleşerek, faziletler medeniyetinin sâhibi Osmanlı Cihan Devletini yıkarak, parçaladılar.
Yeniden Osmanlı kâbusu görmek istemeyen sömürgeciler, dünyâya empoze ettikleri yenidünya düzeninin devamı için olmadık senaryolar yazdılar, komplolar kurdular, tuzaklar tezgahladılar. Osmanlının önce topraklarını parçaladılar, böldüler sonrasında da, insanların dinlerine olan sarsılmaz güvenlerini yıkmak için pek çok yanlış tezahüratlar yaydılar. Osmanlı’nın vârisi olarak gördükleri Türkiye’yi, târihî mirâsına sâhip çıkamaz hâle getirmek için ‘Ermeni soykırımı’ gibi, bugünde devam eden, yalan-yanlış algılar kurguladılar.
Bu şer cephesi, I. Dünya savaşı sonrası oturdukları masa başında, sınırları âdeta cetvelle çizilen, Orta Doğu’da yeni devletçikler kurdurdular. Batılı efendiler, bu devletçiklerin başına kendi müntesiplerinden adamlar yerleştirdiler. Kimilerine de istek üzere, krallıklar verildi. Halbuki İslam’da krallık olur muydu? Hâlbuki buna eyvallah diyen çoktu. Bilhassa Osmanlıyı yıkmak için özel, ‘Sömürgeler Bakanlığı’ kuran İngiltere, bu projelerin akıl hocasıydı. O zamanlar Batılıların ektikleri fitne tohumları, kurdurdukları ülkelerde hep süregelecek huzursuzlukları, o ülke halkının kucağına bıraktı. O gün, bugün bölge cadı kazanı gibi kaynıyor. Eğer o ülkeler azıcık toparlanmaya kalksalar, hemen içerideki ajanlar vasıtasıyla yâhut kendileri kurdukları terör örgütleri mârifetiyle, İslam ülkelerini perişanlığa sürüklediler. Kendileri de bölgedeki zengin petrol kaynaklarını sömürmeye giriştiler.
Maddeten İslam ülkelerinin üstüne bir karabasan gibi çöken Batılı emperyalist devletler, mânen de ülke insanlarını dinlerinden, Kutsal Kitab’ından, peygamberi sünnetlerden, İslam ahlâkından akıl almaz yöntemlerle uzaklaştırdılar. Bu işte özellikle misyonerleri kullanarak, halkın arasına sızmış ve birçok yanlış senaryoya aktör olmuşlardır. Kudüs’te organize edilen misyonerlik konferansında, bir Rahip bizzat şunları söylemiştir; ‘Sizin asıl vazifeniz Müslümanları İslam dîninden uzaklaştırmaktır. Doğumlarda, ölümlerde haç takmasınlar, kiliseye gitmesinler… Ama Hristiyan gibi yaşasınlar. Bunu çağdaşlık adı altında yapın. Allah ve Peygamber’i tanımayan bir nesil, büyük işlerle, ideallerle uğraşmaz.’ Diyor. Bakın aynıları olmadı mı? Bu bozuk fikirli insanlar, Müslümanların her şeylerini bozdular, milli-mânevî değerleri modernlik potası içinde eriterek aynı Batılılara benzettiler. Hatta İslâmiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, ibâdeti suç sayarak, gericilik yaftası vurularak onları toplum dışına ötelemeyi başardılar. Ve sonuçta, Avrupalıya benzeme hayâliyle zihinleri büyülenmiş taklitçi bir aydın (!) kesimi türedi. Bu kesim, hiç tereddütsüz,14 asırlık dînimizin rükunlarını, sapasağlam itikadımızı, ibâdetlerimizi tartışır hâle geldi. Son zamanlarda bu entel-dantel insanlar, sünnetleri takmazken utanmadan Yüce Kur’an’daki hükümleri sorgular oldular. Bu ne cüret! Fe suphanallah. İbret, hayret, dehşet.
Cihan Devletinin târih sahnesinden silinmesinden sonra kargaşa, karmaşa, parçalanmalar hep devam etti. Dünyâya hâkim olan Hak nizam olmayınca, Batı’nın güdük, yetersiz, değer yoksunu, ahlâkî faziletlerden bi haber sistemi ile insanlık muhatap kaldı. İşte o sistem ortada, gücü yeten gücü yetene, mazlumların, mağdurların çoğaldığı bir dünya çıktı meydana. Barışı getireceğiz, terörü bitireceğiz, zâlimi susturacağız diye ülkeler bölündü, ayrıştırıldı netice kan, gözyaşı, acı, eziyet, zulüm, vahşet, dehşet… Yitirilen târihsel miras, ölen-giden canlar, dağılan âileler, yurtsuz-yuvasız kalan milyonlar. Bunca olumsuzluk karşısında hâlâ vurdumduymaz insanlık… Yazıklar olsun. Gazze’de dünyânın gözü önünde bombalarla öldürülen nice mâsumlar. Yazıklar olsun! Modernlik, çağdaşlık budalası zavallı insanlık yoksunu zâlimler. Sizi Kâinâtı Tek Hâkimine havâle ediyoruz. Yaptıklarınız asla asla yanınıza kar kalmayacak. Hak er geç tahakkuk edecektir.