Mutlu yuvanın kurulması yazı serisi
Bir millet, kendi değerlerini korudukça millet olma vasfını (karakterini) devam ettirir. Ne zaman özenti ve taklitçilik tarafına geçerse o zaman taklit ettiği milletin şekline dönmeye başlar. Bu süreç bir kere başladı mı artık geri dönülemez bir yola girilmiştir. Milletin çocuklarının beyinlerinde, taklit edilen milletin daha üstün oldukları ve üstün medeniyet kurdukları imajı meydana getirilirse, bu imaj kanseri yavaş yavaş büyür ve hayatın bütün dilimlerini kaplar. Artık geride millet diye bir şey kalmaz, erir, yok olur.
Taklitçi bir millet araştırma ve ilmi çalışma yapamaz. Onun için telif eserler de yazamaz, kopya ve tercümelerle meşgul olur. Yeni buluşlar yapamaz, bulsaydı taklit ettiğim millet bulurdu gibi duygularla meşgul olur. Kendi sanayisini kuramaz, montajcılık yapar veya kârlı sanayi kuruluşlarını “Özelleştirme” adı altında taklit ettiği milletin patronlarına satar, kendisi orada sadece işçilik ve amelelik yapar. Neticede taklit ettiği milletin ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve askeri istilasına uğrar, tarih sahnesinden silinir gider.
Taklitçi bir millettin bütün mukaddes değerleri de yozlaşmıştır. Ne vatan duygusu, ne bayrak sevgisi, ne milletin kutsallığı ve bu kutsallar için gerekirse canın verilmesi onda bir his uyandırmaz. (AB – Avrupa Birliği hayranlarının kulakları çınlasın)
Millet olma, milli değerlerine sahip olma çabası bir şahsiyettir, izzettir, şereftir. Milletimiz tarihin en asil bir milletidir. Yedi asır dört kıtada Hakk’ı, adaleti, insanlığı, ilmi ve ahlakı bütün insanlığa öğretmiştir.
Burada bir parantez açarak “millet” kelimesine bir açıklık getirmek gerekir. Aslı Arapça olan bu kelime, ırkı tarif etmez, inanç birliğini tarif eder ve değişik ırklardan da olsa aynı inancı paylaşan bir topluluğun adıdır. “Millet-i İbrahim-i hanifa...” ayetindeki “İbrahim’in milletinden...” olduğu gibi. Bir hadis-i şeriflerinde bu konuya açıklık getiren Peygamberimiz; “İnananlar bir millet, inanmayanlar diğer bir millettir” buyurmaktadır.
Bugün artık batı, bekârlarını evlenmeye, AİDS korkusuyla cinsel ilişkinin tek eşle yapılmasına, evlileri de çocuk yapmaya teşvik etmekte, her doğan çocuk için “çocuk zamları vermektedir” Ancak bütün bu tedbirlere rağmen batının nüfusu artmamakta, ortalama yaş oranları yükselmekte ve batılı bütün ülkeler gittikçe yaşlı adamlar ülkesi haline dönmektedirler.
DÜNÜRBAŞI
Nur suresi 32. ayette Cenabı Hak; “İçinizden bekâr (nikahsız) olanlarınızı (dulları ve boşanmışları) köle ve cariyelerinizden ibadetli ve ahlaklı olanları evlendirin. Eğer onlar fakirlerse, Allah onları fazlıyla zenginleştirir. Allah geniş lütuf sahibidir. Her şeyi çok iyi bilendir” ayeti, evlenin olarak değil, evlendirin sığasıyla bizlere hitap edilmektedir. Bekârları kimlerin evlendirmesi gerektiğini araştıran âlimlerimiz şu üç sınıfı bu konuda mesul tutmuşlardır. Bunlar; iman sahibi bütün müminler, iş yerinde sürekli çalışan işçi ve amelelerin patronları (eskiden köle çalıştıran ağalar) ile devlet ve hükümet yetkilileridir.
Toplumumuzda, “bekârlarınızı evlendirin...” hükmü geçerli iken ve bu uğurda çaba gösterenler “dünürbaşı” ilan edilerek büyük hürmet görür, kız ve oğlan tarafı birbirlerine “dürü” adında hediyeler verirken dünürbaşıyı da unutmaz, ona da dürü verirlerdi. Hâlâ ülkemizin bazı bölgelerinde “kirve” ile “dünürbaşı” aynı şekilde hürmet görmektedir.
Dünürbaşı, emin bir insandır. Kendisine güvenilir. O da elinden geldiğince tarafların güvenini sarsacak hareketlerden kaçınır.
Sevilen, sayılan bir insandır. Sadece gençlerin evlendirilmeleriyle değil onların hayatları boyunca karşılaşacakları aile içi kırgınlıklarda her iki tarafın hakemi olarak aralarını bulmada onlara yardımcı olur, yuvanın yıkılmasını önler.
Dünürbaşı sır saklayan bir insandır. Tarafları ait sırlar ve eğer bunlar uygun bir zamanda söylenmeyecekse, gerekirse kendisiyle birlikte kabire girer.
DÜNÜRBAŞI ÇÖPÇATAN OLDU
Batılılaşma cereyanından dünürbaşı da nasibini aldı. İnsanların evliliğe, sadece cinsel açıdan bakmaları sebebiyle dünürbaşının adı “çöpçatan” oldu. Yapılan işler hafife alınmaya hatta alay konusu yapılmaya başlandı.
Bekârların evlendirilmeleri, toplumda her kesin görevli olması gerektiği gerçeğini unutan bazı insanlar, kendi atıl durumlarının hesaplarını nasıl vereceklerini düşünmeden, bu konuda çalışma yapmaya istekli olanlarında önünü kesmeye kalkışmaktadırlar.
“Sana çöpçatan derler. Sakın sen bu işlere karışma” veya “iyi çıkarsa kendilerinden, kötü çıkarsa senden bilirler” şeklindeki yalan-yanlış tavsiyeleri çevrenizde birçok kişiden duyarsınız. Bu tip sözler sizin şevkinizi kırar, evlendirme konularında yardımcı olamaya korkarsınız. Böylece “bekârlarınızı evlendirin” hükmü yürürlükten kalkmış olur ve çevreniz birçok bekâr insan oluşmaya başlar. Diğer taraftan da “Bekârlık sultanlıktır” tekerlemesi ile bu kıvılcım ateşlenir. Hâlbuki “Evlilik sultanlıktır.” Evlenip yuva kurmak, sevincinizi ve üzüntünüzü paylaşan bir eşe sahip olmak, çocukları olmak ve onların sevgisini paylaşmak gibi mutluluk düşünülebilir mi hiç?
Ve eğer bekârlık sultanlık olsa idi, Hz. Âdem’i Cennet gibi bütün ihtiyaçlarını zahmetsizce karşıladığı bir yerde yaratan Allah (c.c) ona, Hz. Havva gibi bir eş yaratarak onu yalnızlıktan kurtarır mıydı?
DERDE DEVA OLMAK
Uzun yıllar topluma ve bilhassa gençliğe hizmet amacıyla çalışmış bir kardeşiniz olarak toplumdaki bu dertleri bilmeme rağmen 2000 yılı başlarında kurmuş olduğum Yuvamız Evlendirme Bürosu ile dertleri daha yakından tanıma imkânına sahip oldum.
Evlendirme çalışmalarına büro olarak başladığım günlerde bazı arkadaşlarım ve akrabalarım, yukarıda da belirttiğim sözlerle gibi cümlelerle beni alaya almaya başladılar. Çalışmalarımı topluma duyurmaya uğraştım. Haber bültenleri neşrettim. Röportajlar yaptım. Makaleler hazırladım. Reklâmlar vermeye çalıştım. Her seferinde basın ve yayın organlarında zorluklarla karşılaştım. Hatta parasını ödeyerek reklâm vermek istediğim bir gazetenin Ankara reklâm müdürü; “Biz bu reklâmı neşredemeyiz. Sonra bize ne derler?” dedi.
Yaptığım işin yanlış ve yasa dışı olmadığından, kimseden çekinmeden çalışmalarıma devam ettim. Bir insanın inandığı doğruları hayata hâkim kılmasından daha tabii ne olabilirdi.
Bir millet, kendi değerlerini korudukça millet olma vasfını (karakterini) devam ettirir. Ne zaman özenti ve taklitçilik tarafına geçerse o zaman taklit ettiği milletin şekline dönmeye başlar. Bu süreç bir kere başladı mı artık geri dönülemez bir yola girilmiştir. Milletin çocuklarının beyinlerinde, taklit edilen milletin daha üstün oldukları ve üstün medeniyet kurdukları imajı meydana getirilirse, bu imaj kanseri yavaş yavaş büyür ve hayatın bütün dilimlerini kaplar. Artık geride millet diye bir şey kalmaz, erir, yok olur.
Taklitçi bir millet araştırma ve ilmi çalışma yapamaz. Onun için telif eserler de yazamaz, kopya ve tercümelerle meşgul olur. Yeni buluşlar yapamaz, bulsaydı taklit ettiğim millet bulurdu gibi duygularla meşgul olur. Kendi sanayisini kuramaz, montajcılık yapar veya kârlı sanayi kuruluşlarını “Özelleştirme” adı altında taklit ettiği milletin patronlarına satar, kendisi orada sadece işçilik ve amelelik yapar. Neticede taklit ettiği milletin ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve askeri istilasına uğrar, tarih sahnesinden silinir gider.
Taklitçi bir millettin bütün mukaddes değerleri de yozlaşmıştır. Ne vatan duygusu, ne bayrak sevgisi, ne milletin kutsallığı ve bu kutsallar için gerekirse canın verilmesi onda bir his uyandırmaz. (AB – Avrupa Birliği hayranlarının kulakları çınlasın)
Millet olma, milli değerlerine sahip olma çabası bir şahsiyettir, izzettir, şereftir. Milletimiz tarihin en asil bir milletidir. Yedi asır dört kıtada Hakk’ı, adaleti, insanlığı, ilmi ve ahlakı bütün insanlığa öğretmiştir.
Burada bir parantez açarak “millet” kelimesine bir açıklık getirmek gerekir. Aslı Arapça olan bu kelime, ırkı tarif etmez, inanç birliğini tarif eder ve değişik ırklardan da olsa aynı inancı paylaşan bir topluluğun adıdır. “Millet-i İbrahim-i hanifa...” ayetindeki “İbrahim’in milletinden...” olduğu gibi. Bir hadis-i şeriflerinde bu konuya açıklık getiren Peygamberimiz; “İnananlar bir millet, inanmayanlar diğer bir millettir” buyurmaktadır.
Bugün artık batı, bekârlarını evlenmeye, AİDS korkusuyla cinsel ilişkinin tek eşle yapılmasına, evlileri de çocuk yapmaya teşvik etmekte, her doğan çocuk için “çocuk zamları vermektedir” Ancak bütün bu tedbirlere rağmen batının nüfusu artmamakta, ortalama yaş oranları yükselmekte ve batılı bütün ülkeler gittikçe yaşlı adamlar ülkesi haline dönmektedirler.
DÜNÜRBAŞI
Nur suresi 32. ayette Cenabı Hak; “İçinizden bekâr (nikahsız) olanlarınızı (dulları ve boşanmışları) köle ve cariyelerinizden ibadetli ve ahlaklı olanları evlendirin. Eğer onlar fakirlerse, Allah onları fazlıyla zenginleştirir. Allah geniş lütuf sahibidir. Her şeyi çok iyi bilendir” ayeti, evlenin olarak değil, evlendirin sığasıyla bizlere hitap edilmektedir. Bekârları kimlerin evlendirmesi gerektiğini araştıran âlimlerimiz şu üç sınıfı bu konuda mesul tutmuşlardır. Bunlar; iman sahibi bütün müminler, iş yerinde sürekli çalışan işçi ve amelelerin patronları (eskiden köle çalıştıran ağalar) ile devlet ve hükümet yetkilileridir.
Toplumumuzda, “bekârlarınızı evlendirin...” hükmü geçerli iken ve bu uğurda çaba gösterenler “dünürbaşı” ilan edilerek büyük hürmet görür, kız ve oğlan tarafı birbirlerine “dürü” adında hediyeler verirken dünürbaşıyı da unutmaz, ona da dürü verirlerdi. Hâlâ ülkemizin bazı bölgelerinde “kirve” ile “dünürbaşı” aynı şekilde hürmet görmektedir.
Dünürbaşı, emin bir insandır. Kendisine güvenilir. O da elinden geldiğince tarafların güvenini sarsacak hareketlerden kaçınır.
Sevilen, sayılan bir insandır. Sadece gençlerin evlendirilmeleriyle değil onların hayatları boyunca karşılaşacakları aile içi kırgınlıklarda her iki tarafın hakemi olarak aralarını bulmada onlara yardımcı olur, yuvanın yıkılmasını önler.
Dünürbaşı sır saklayan bir insandır. Tarafları ait sırlar ve eğer bunlar uygun bir zamanda söylenmeyecekse, gerekirse kendisiyle birlikte kabire girer.
DÜNÜRBAŞI ÇÖPÇATAN OLDU
Batılılaşma cereyanından dünürbaşı da nasibini aldı. İnsanların evliliğe, sadece cinsel açıdan bakmaları sebebiyle dünürbaşının adı “çöpçatan” oldu. Yapılan işler hafife alınmaya hatta alay konusu yapılmaya başlandı.
Bekârların evlendirilmeleri, toplumda her kesin görevli olması gerektiği gerçeğini unutan bazı insanlar, kendi atıl durumlarının hesaplarını nasıl vereceklerini düşünmeden, bu konuda çalışma yapmaya istekli olanlarında önünü kesmeye kalkışmaktadırlar.
“Sana çöpçatan derler. Sakın sen bu işlere karışma” veya “iyi çıkarsa kendilerinden, kötü çıkarsa senden bilirler” şeklindeki yalan-yanlış tavsiyeleri çevrenizde birçok kişiden duyarsınız. Bu tip sözler sizin şevkinizi kırar, evlendirme konularında yardımcı olamaya korkarsınız. Böylece “bekârlarınızı evlendirin” hükmü yürürlükten kalkmış olur ve çevreniz birçok bekâr insan oluşmaya başlar. Diğer taraftan da “Bekârlık sultanlıktır” tekerlemesi ile bu kıvılcım ateşlenir. Hâlbuki “Evlilik sultanlıktır.” Evlenip yuva kurmak, sevincinizi ve üzüntünüzü paylaşan bir eşe sahip olmak, çocukları olmak ve onların sevgisini paylaşmak gibi mutluluk düşünülebilir mi hiç?
Ve eğer bekârlık sultanlık olsa idi, Hz. Âdem’i Cennet gibi bütün ihtiyaçlarını zahmetsizce karşıladığı bir yerde yaratan Allah (c.c) ona, Hz. Havva gibi bir eş yaratarak onu yalnızlıktan kurtarır mıydı?
DERDE DEVA OLMAK
Uzun yıllar topluma ve bilhassa gençliğe hizmet amacıyla çalışmış bir kardeşiniz olarak toplumdaki bu dertleri bilmeme rağmen 2000 yılı başlarında kurmuş olduğum Yuvamız Evlendirme Bürosu ile dertleri daha yakından tanıma imkânına sahip oldum.
Evlendirme çalışmalarına büro olarak başladığım günlerde bazı arkadaşlarım ve akrabalarım, yukarıda da belirttiğim sözlerle gibi cümlelerle beni alaya almaya başladılar. Çalışmalarımı topluma duyurmaya uğraştım. Haber bültenleri neşrettim. Röportajlar yaptım. Makaleler hazırladım. Reklâmlar vermeye çalıştım. Her seferinde basın ve yayın organlarında zorluklarla karşılaştım. Hatta parasını ödeyerek reklâm vermek istediğim bir gazetenin Ankara reklâm müdürü; “Biz bu reklâmı neşredemeyiz. Sonra bize ne derler?” dedi.
Yaptığım işin yanlış ve yasa dışı olmadığından, kimseden çekinmeden çalışmalarıma devam ettim. Bir insanın inandığı doğruları hayata hâkim kılmasından daha tabii ne olabilirdi.