Resmi tarihimiz yanında özel(!) tarihçilerimiz, Aydın diye tanıtılanlarımız hatta ileri siyasilerimiz yazım ve konuşmalarında…
Kendi yaşamlarında çoğunun aşağıda son model otoları park etmiş, balkonda İstanbul boğazını elinde kadehle seyrederken, sohbet ederken…
Osmanlı devri Padişah, Sultan ve vezirlerinin debdebe (şatafat) ve sefahat içinde yaşamlarını belirtir, bu yüzdende ileri ilim ve yaşamdan kaldığımızı vurgularlar.
Tarihin doğrularına uymayan bu zevattan, Profesörlük mertebesine ulaşanların ne gibi bir yeni ve ilerim ortaya atıp da bu seviyeye hak kazandığına veya ulaştığına pek rastlayamayız.
Ama her an, Atatürk’ün “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır…” Sözü ile kendisinin de bir insanoğlu olduğunu vurgulamasına karşın;
Ölümünden sonra onun bile üzülmüş olasılığı içinde…
Onun ismini ve nutuktaki sözlerini bile değişim içinde belirterek istifade etme meyilliği içinde kendilerine basamak sağlayabilmek için putlaştırma yoluna gidip…
Atatürkçülük, değil’lik ortamı yaşatmaları suretiyle vatandaşlarımızın bölünmesine sebep olabilen çalışmaları gırla gider.
Yalnız bir hususa dikkatinizi çekerim. Bu yolda gitmeyip ilimle, yeni buluşum, insanlık ve vatanı için çalışmaları ile göz dolduran Aydın ve profesörlerimiz bundan varestedir.
***
Fazla anlatım yerine sizlere tarihi oluşumlar ve konuşmalardan bir kaçını sunmak isterim
Bu oluşumlar konu içinde ki Aydın ve tarihçilerin anlatımına ters düşüyor mu, düşmüyor mu?
Yorum sizin.
***
Kılıcımızın Ağzı Kestikçe
Yavuz Sultan Selim pek sade giyinirdi. Bunun sebebini soranlara:
“Süslü ve şaşaalı giyinmek külfetten başka bir şey değildir. Niçin boş yere bu külfete katlanayım?"derdi.
Bir elbiseyi eskiyene kadar giyerdi. Bütün devlet erkânı da böyle davranmak zorunda kalırdı. (hani aksini savunuyorlardı?!)
Bir defasında Venedik elçisinin İstanbul’a gelip huzuruna çıkacağı haberi geldi.
Bunun üzerine vezirler, üzerlerindeki hayli eskimiş elbiseleri değiştirme ihtiyacı hissederek sadrazam aracılığıyla durumu Yavuz’a tedirginlikle de olsa bildirdiler.
Yavuz hiç kızmadı ve "Münasiptir" dedi
Elçinin geleceği gün vezirler, yeni esvaplarıyla padişahın huzuruna vardılar. Ancak gördüklerine inanamayarak dehşetli bir hayrete düştüler.
Zira Yavuz’un üzerinde yine o eski elbiseleri vardı.
Tahtında oturmuş, keskin kılıcını çekip tahtın basamağına koymuştu.
Karşı pencereden vuran gün ışığı altında parıltısı gözleri kamaştırıyordu.
Bu durum karşısında bütün vezirler, üzerlerindeki görkemli elbiselerden utanıp şaşkın bir vaziyette kaldılar.
Görüşme bitip elçi dışarı çıktıktan sonra Yavuz, sadrazama bakarak:
"Paşa! Var elçiye sor, bizi nasıl bulmuşlar?" dedi.
Sadrazam, Padişahın emrini yerine getirip döndü ve elçinin intibağını (etkisini) nakletti.
"Sultanım Venedik elçisi: 'O Kılıcın parıltısı gözümü öyle aldı ki, kendilerini göremedim bile...' demektedir."
Yavuz tebessüm etti ve sadrazama şahadet parmağı ile kılıcı göstererek:
" İşte kılıcımızın ağzı kestikçe, kâfirin gözü ondan asla ayrılamaz ve bizi görmez!
Ama Allah esirgesin, bir gün kesmez olur ve parlamazsa…
O zaman küffar bizi hem hor görür, hem de tepeden bakar!.." der.
(Ne dersiniz? Bu günlerin oluşumları ile karşılaştırırsak)
***
Su, Ateş ve Ahlak’ın dostluğu
Su, Ateş ve Ahlak dostluk kurmuşlar…
Dolaşırlarken, “kaybolursak birbirimizi nasıl buluruz” düşünce ve merakı içine girmişler!..
Suya sormuşlar; “Kaybolursan seni nasıl bulacağız?” diye.
Suyun cevabı; “Nerede bir şırıltı duyarsanız işte oradayım” olmuş.
Ateş’e sormuşlar; “ Seni yitirirsek ne yapalım” diye.
Onun cevabı da “Bir duman gördüğünüz yerde ben varım.” Cevabını vermiş.
Sıra Ahlak’a gelince meraklanmışlar ne cevap verecek diye!.
Çünkü elle tutulur gözle görülür hali olmadığı için!..
Ahlak şöyle bir kurulup karşısında kilerini düşüncelere meylettirecek cevabını vermiş.
“BENİ KAYBEDERSENİZ BİR DAHA KESİNLİKLE BULAMAZSINIZ!..”
***
Söylenenler:
Fransız müellif Motray, 1700'lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."
***
İngiliz sefiri Sör James Porter ise, 1740'ların Türkiye'si için şunları söylüyor:
"Gerek İstanbul'da, gerekse İmparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır."
***
Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor:"Haksızlık, murabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır."
Düşündürücü sözler:
Özünde soyluluk yoksa insanın. Tac’da giyse soysuzdur…
***
Rüzgâra hâkim olamıyorsan. Yelkenlerini ona göre ayarla ve unutma ki;
Hayat karşılaştığın güçlüklerle değil!..
Gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.
***
İnsanlar birçok şeyi zamanla öğrenmişlerdir.
Kuşlar gibi uçmayı…
Balıklar gibi yüzmeyi…
Fakat;
Çok basit bir şeyi öğrenememişlerdir!..
İNSANLA, İNSAN GİBİ YAŞAMAYI…
*** Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…