Sonsuz bir zaman makinesinin içinde yürüyüp gidiyoruz.
Adına “zaman” dediğimiz süreci günlük hayatımızın serüveni sırasında üçe ayırmışız. Bu üç parçanın birine “dün”, birine “bugün”, diğerine de “yarın” adını vermişiz. Ama bu da göreceli değil mi? “Yarın”, bugüne “dün” diyor; “bugün” de “dün”e göre “yarın” demektir
“Dün”ü, yaşadık ve geçti gitti; yarına da henüz sıra gelmemiştir. Bugünü ise ancak bugün, yani şimdi yaşayabiliriz. Öyleyse zamanın en değerli anı bugün olmalı. İyi ama insanoğlu bugünün kıymetini biliyor mu? Hayatın patırtısı gürültüsü içinde dünün dertleri, pişmanlıkları; yarının telaşı ve endişesi içinde “bugün”, arada kaynayıp gidiyor. Dünün pişmanlığını da yarının telaşını da hep bugün yaşıyoruz; ama bugünü hiç yaşayamıyoruz. Kısaca, geçmişimiz ve geleceğimiz için “bugün”ü unutup gidiyoruz.
Elbette dünün değerini bilmezsen geçmişin de geleceğin de yoktur. Ama dün geçti gitti; yarın da henüz gelmedi. İşte elinde sadece bugün var; ona sahip ol, bugünün kıymetini bil ve onu yaşa…
Ne demişti Mevlana:
“Dünle gitti, düne ait ne varsa cancağızım,
Artık yeni şeyler söylemek lazım.”
Her günün değerini bilirsek hayatımıza da yeni değerler katabiliriz.
Şu dileğim kafanızı karıştırmasın; dikkatle ve bir kere daha okuyun:
Her gününüz; dünden daha iyi, yarından daha kötü olsun!
Umudumuzu kaybetmeden yaşarsak yarının daha güzel olmasına katkımız olacaktır.