Geçen hafta düğünlerimiz ve düğünlerimizde son yıllarda yaşadığımız savrulmaları ve yanlışlarımızı yazmıştık.
Bu hafta kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Malum düğünlerimiz artık eski düğünler değil. Daha doğrusu, biz eski biz değiliz. Bundan dolayı da düğünlerimiz eski düğünler değil demek daha doğru olacaktır.
Geçen yazımızda bir nebze bahsetmiştik.
‘’Allah’ın emri, peygamberin kavli’’ ile başlayan nişan ve düğünlerimiz artık en başta bizde yaşanan değişimler sonucunda ebu cehillerin düğünlerinden farklı değil.
Çocuklarımıza yaptığımız nişan ve düğün dualarında Hz. Adem(as) dan başlayarak Hz. Muhammed’in (sav) düğünlerinden dem vursak da sonuç “herkes bir defa evleniyor yahu” anlayışına gelip dayanıyor.
Yani demek istediğimiz şu: Hayatımızın pek çok merhalesinde başımızdaki en büyük dert olan “bir defadan bir şey olmaz” ihaneti sonuçta bizi “canının istediği gibi yap’’ ahlaksızlığına kapı açmış durumdadır.
Dinimize inancımıza ve milletimize, en acısı da ailemize ve çocuklarımıza yaptığımız bu ihanet sonucunda ve düğünlerimizin yeni tabirle formatını değiştirdik.
Başkalarının aile efradı veya çocuklarının yaptıklarını ayıplarken kendi aile efradımızın ve çocuklarımızın yaptıklarını görmezden gelmeye hatta hoş görmeye bile başladık.
Düğünlerimize başlarken yapılan konuşmalarımızda Hz. Peygamberimizin(sav) Hz. Hatice Annemiz(r.anha) ve Hz. Aişe Annemiz(r.anha) ile olan evliliklerinden söz açılmışken söz dönüp dolaşıp Hz. Rasulullah’ın(sav) hasır üzerinde yattığı ve sırtına hurma liflerinin izinin çıktığından bahsediyoruz ama ev eşyasına sıra gelince isteğimiz neredeyse kuştüyü yatak okuyor.
Nişanlık ve gelinlik için model seçme konusuna girmek başlı başına bir garabetimizi daha ortaya çıkarıyor.
Düğünden sonra yapılanların ise düğünde yapılanlardan geri kalır bir tarafı yok.
Ailelerden önce gelin ve damadın mutabakatı her şeyin belirleyicisi oluyor.
Kime neyi ispat etmek gibi bir çabamız var ki düğünlerimizin dillere destan olmasını istiyoruz.
Ham bir hayal ile çıkarak tasarladığımız düğünlerimizin başkalarınınkinden israf yönünden daha çok günah işlenerek yapılması şatafatlı olması sebebiyle normal karşılanıyor.
Biz daha çok israf ettikçe başkaları bizi geçmek için bizden daha çok israfa yöneliyor ve böylece hem kendi düğünlerimizde yapılanlardan dolayı hem de kötü bir yol açtığımız için başka düğünlerde yapılanlardan dolayı günah yüklenmiş oluyoruz.
Nikâh akdi için takdir edilen mehir bedelinden tutunda giyim kuşam, ikamet edilecek ev, çiçek ve çelenk, ikram ve yemek ile düğün yapılacak mekân seçiminde ulaşılan sonuç tam anlamı ile yıkım denilecek miktarlara ulaşıveriyor.
Görkemli ve şatafatlı düğünlerimizle milleti memnun edeceğiz derken aileleri ve çocuklarımızı borca mahkûm ediyor sonra da mutluluk ve bereket duası ediyoruz.
“Çocuklarımızın mutluğu için değer” diyerek yaptığımız yanlışlıklar ve görgüsüzlüklerin her şeyden önce kadın erkek ihtilatı suçu nedeniyle Hz. Allah(cc) ve Hz. Peygamberimize(sav) isyan olmasını göz ardı etmek olduğu neden aklımıza gelivermiyor?
Sonunda bunca hata ve yanlıştan sonra baştaki, gibi buyurun duaya diyerek ellerimiz açıyoruz.
Bir daha hatırlatalım ki 25 Kasım 1920 tarihinde TBMM tarafından kabul edilen ‘’Düğünlerde Men’i İsrafat Kanunu’’ veya benzeri bir kanun tekrar yürürlüğe konulmadıkça bu yanlışların önünün alınması mümkün görünmemektedir.
Çünkü bozulmalar ve savrulmalar bu aşamaya geldikten sonra bu toplumun kendiliğinden bu aşırılığa dur demesi mümkün görünmüyor.
Belki en başta söylenmesi gereken ve hayasızca eğlence ve oyunların sergilendiği, çevreye rahatsızlık veren sokak düğünlerinin tamamen yasaklanması gerektiğini başka bir yazıda gündeme getirmeye çalışacağız.
FARKINDA MIYIZ?
Düğünlerimizde ‘’el âlem ne der’’ den kurtularak âlemlerin Rabbinin(cc) ne dediğini önemsemedikçe dualarla başladığımız düğünlerimizin ilahi denetimden muaf olduğu düşüncesinden kurtulamayacağız.