Bunları yapmadığımızda kutsal kitabımızdaki şu hitaplara muhatap oluruz: “ Ey iman edenler, kendi(din kardeş)lerinizden başkasını(dost ve) sırdaş edinmeyin.(Çünkü) onlar size şer ve fesat yapmakta hiç kusur etmezler. Size sıkıntı verecek şey(ler)i arzu ederler. Muhakkak onların (kin ve) buğuzları ağızlarından taşıp meydana çıkmıştır. Göğüslerinde gizlemekte oldukları (düşmanlık) ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size ayetlerimizi apaçık beyan ettik.”
“İşte siz o kimselersiniz ki onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler. Siz kitap(lar)ın hepsine inanırsınız. Onlarsa (yalnız) sizinle bir araya geldikleri zaman ‘inandık’ derler. Aralarında baş başa kaldıkları vakitte (size karşı) kin(ler)inden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De(yin)ki: ‘Kininizle geberin(ölün)’ şüphesiz ki Allah onların sinelerindeki bütün özü hakkıyla bilicidir.”
“Eğer size bir iyilik dokunursa onları tasaya düşürür, şayet size bir fenalık gelirse onunla sevinirler. Eğer sabreder (göğüs gerer), sakınırsanız onların hilekârlıkları size hiçbir şeyle zarar vermez. Şüphe yok ki Allah, ne yaparlarsa hepsini (ilmiyle) çepçevre kuşatıcıdır.” ( Ali İmran, 118-119-120)
İşte dost ve düşman ölçülerimiz kutsal kitabımızda bu şekilde açıklanıyor. O zaman Müslüman’ın dostu kimdir? Müslüman’ın dostu Allah(c.c) ve Rasûlüdür. Kur’an’dır, sünnetlerdir. İmandır, ilimdir, salih ameldir, güzel ahlaktır. Müslüman’ın dostu iyiliktir, doğruluktur, fazilettir, şefkattir, merhamettir. Müslüman’ın dostu çalışmaktır, helal kazançtır. Edeptir, hayadır. Temizliktir, ahde vefadır. Müslüman’ın dostu, kendi din kardeşidir.
Peygamberimiz aleyhissâlâtu vesselâm’ın bu konuyla ilgili güzel bir hadisi şerifi vardır. İki cihânın sultânı buyuruyorlar ki: ‘ Kişi sevdiğiyle beraberdir.’(Tac, c.5,s.80) Din kardeşini seven onu iyi halinde de dara düştüğünde de görüp gözetendir. Onun derdiyle dertlenendir. Onun derdi benim derdimdir. Bunun en güzel örneği daha yeni yaşanan Gazze’deki olaylarda Müslüman Filistinli kardeşlerimiz için dünya Müslümanlarının gösterdiği tavırlar da ortaya konmuştur. Yapılan yardımlar, edilen dualar, alınan tedbirler… Her ne kadar yeterince olmasa da yine göz yaşartıcı güzel davranışlar sergilendi son günlerde. İşte bunlar dostluğun gereğidir.
Seven sevdiğiyle beraberdir. Kim kimi seviyorsa ondandır. Hakkı seven bütün işlerini doğruluk üzere yürütür. Dînini, vatanını, milletini, ailesini seven bu değerleri parçalamak isteyen kişileri sevemez, onlarla beraber olamaz, onların yanlış davranışlarını onaylayamaz. Onlarla ayni safta bulunamaz. Yoksa onlarla ayni kefeye konur, düşmanını dost edinmiş olur. O zamanda o kişiler iflah olmaz. Bir türlü başları belâdan kurtulmaz.
Kimin dostu ve neyin düşmanı olduğumuzu çok iyi bilmeliyiz. Dostlarımıza karşı vazifelerimiz olduğunu unutmayalım. Onları sâdece sözlerimizle değil eylemlerimizle de destekleyelim. Bizi her an yok etmek için pusuda bekleyen düşmanlarımıza karşı uyanık olalım. Tarih tekerrürden ibârettir. Geçmişte kaç defa acı tecrübeler yaşadık. Defalarca zâlimlerin oyunları, hileleri şekil değiştirerek karşımıza çıktı. Müslüman’ın Müslüman kardeşinden başka dostu yoktur. İslâm’ın öğretisi olan müsamaha sağnağı sebebiyle ne zaman karşı tarafla dost olduysak onlar bizi hep dost görünüp arkadan vurmuşlardır. Bizim onlara karşı gösterdiğimiz hoşgörü ve hatta şirin görünmeye çalışma tarzımız dahi onların bize olan kinlerini söndürmeye yetmemektedir. Onlara şirin görünme bizde öyle derekelere kadar uzanıyor ki itikâdımızı bozacak hayat felsefemizi değiştirecek tehlikeli boyutlara erişebilmiştir. Ne yazık ki bu kurnaz düşmanlarımızla ecdâdımız arasında cereyan eden çarpışmalarda şanlı geçmişi karalayacak kampanyalara imza atabilecek kadar kendimizden geçebiliyoruz. Bu yüzden kendimizi ele güne karşı zelil ve rüsva edebiliyoruz. Târihi hakikatleri ayaklar altında çiğneyerek dostu, düşmanı kendimize güldürerek alay konusu olabiliyoruz.(‘Ermenilerden özür diliyorum.’ imza kampanyalarını hatırlayın.)
Yukarıdaki ayetlerinde Hakteâla, ilk İslam cemiyetine dediklerini bugünkü Müslümanlara da demektedir. Onlar bizim sıkıntıya düşmemizi isterler, bizi asla sevmezler. Başımıza gelen felaketlere sevinirler, içlerinde ise daha fena kin ve nefret taşırlar. İyiliğimizi ve ilerlememizi istemezler. Bunları Kur’an söylüyor. Hâlâ onları dost edinenlere ne demeli?
Ancak Kur’an onların(düşmanlarımızın) hilelerinden nasıl korunacağımızı, eziyetlerini nasıl savuşturacağımızı, içlerinde gizledikleri yalan, kin ve hilelerinden nasıl kurtulacağımızı son ayetlerde bizlere açıklıyor: ‘Sabreder ve sakınırsanız onların hilesi size zarar vermez. Ve Allah(c.c) onların yaptıklarını ilmiyle kuşatır.’ Diyerek bizlere sabır ve sakınmayı tavsiye ediyor. Ayrılıp dağılmayı ve zillete düşmeyi tavsiye etmiyor. Sonra Kur’an’da hep ‘Takva’ dan bahsediliyor. Sâdece Hak’tan ve O’nun hesâbından korkmak… Yürekleri Hakk’a bağlayan yalnızca takvadır. Yâni Allah’ın ipine sıkı sarılmak. Müslümanlar uzun tarihleri boyunca Allah(c.c)’ın ipine ne zaman sıkı yapışmışlarsa hep yükselmiş ve muzaffer olmuşlardır. Rableri de onları düşmanların oyunlarından korumuştur. Fakat ne zaman da Haktan yüzlerini çevirmişlerse iflah olmamışlar, yakalarını düşmanların tasallutunda kurtaramamışlardır. Müslümanlar onları dost edinmeye başladıkları andan itibâren dertten, zilletten, belâdan, zulümden kurtulamamışlardır. İslam düşmanlarından dost olmaz. Tarih buna şahittir. Allah(c.c) ve Râsûlünün men ettiği kimselerle dost olunmaz, onlardan izzet beklenmez. Hakk’ın sözü ezelidir.
Hakiki Müslüman dostunu düşmanını tanır fakat yine de Hak’tan ayrılmaz. Karşısındakilere İslam’ın nezâket çerçevesinde muâmele eder. Tüm insanlara hayır, sevgi ve şefkatle yaklaşır. Hileden korunur fakat hile yapmaz. Kinden korkutur fakat kendisi kin gütmez. Muharebelerinde bile Müslüman kadın, çocuk, hayvan kimseye zarar vermez. Haksızlık yapmaz, masumlara dokunmaz. Müslüman getirdiği bu prensipler evrenseldir. Tüm dünya er geç bu gerçeği kavrayacaktır.