Dostdoğru dostluk!

Recep Çınar
Savaşın en kanlı günlerinden biridir. Siperdeki asker en iyi arkadaşlarından birinin az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. Ateş yağmuru altında komutanına koşarak:
Teğmenim. Arkadaşım yaralandı. Alıp gelebilir miyim.? Komutan “delirdin mi?” der gibi bakar askere. Sonra da “Gitmeye değer mi ?. Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük bir olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atacaksın şimdi” der!. Asker ısrar edince de; ”Peki git o zaman” demek zorunda kalır.
İnanılması güç bir mucize ile asker yoğun ateş altında sürüne-sürüne arkadaşının yaralandığı yere ulaşır. Onu sırtına alarak, koşa-koşa siperine geri döner. Komutan yanlarına gelerek kanlar içindeki askeri muayene eder. Sonra da onu taşıyan cesur arkadaşına döner:
Sana hayatını tehlikeye atmak için değmez demiştim. Gördün mü bak arkadaşın ölmüş.
”Değdi komutanım” der asker. Nasıl değdi. Arkadaşın ölmüş görmüyor musun ? Yine de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda, henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, benim için dünyaya bedeldi. Ve asker ölen arkadaşının son sözlerini tekrarladı hıçkırarak: “Geleceğini biliyordum ve seni bekliyordum” demişti arkadaşı..
Geleceğini biliyordum..!
***
Yazıma neden bu hikaye ile başladığıma gelince..
Hiç saydınız mı, kaç dostumuz kaldı önümüzde arkamızda? Kaçı gitti yaşamımızdan, kaçı hala direnmeye çalışıyor, hayatın her gün daha kötüye gittiği bu ağır şartlara. Özellikle bizlerin, yani gazetecilerin “can dostum” diyebileceği kaç kişi kaldı?
Dün varlardı, bugün yoklar. Dost kaybetmenin, kazanmaktan daha kolay olduğu günümüzde. Zor bulup, kolay kaybettiğimiz. Soruyorum şimdi; Geriye kaç kişi kaldı ki?
İşte onlardan birkaçı.
Geçtiğimiz Cuma akşamı TSYD Konya Şubesi’nin olağan genel kurulu vardı. Heyecanlıydık. Çünkü, dostlarımız vardı. Bizleri onurlandıracaklarını düşünüyorduk. Ya da biz öyle biliyorduk. Dahası umuyorduk. Umduğumuzla kaldığımızda iş işten geçmiş, genel kurul bitmişti bile.
Gelmemişlerdi. Belki de gelememişlerdi.
Bazen de “Her dostun dostoğru bir dost olmadığını” kanıtlarcasına, küçücük ve anlamsız bir iz bırakarak, olmayan dostluklarını gösterdiler belki de. Aslında iyi gün dostlarına çok takılmanın da bir anlamı yok. Hem sahte dostluklarına hem de onlarla ilgiyi yazıya nokta koymakta yarar var.
Ancak, iz bırakacak dostlukları neresine koymalıyız hayatımızın. Dikkat edersiniz sahte dostların hiç, ama hiçbirinin ismini vermedim. Vermem de. Ancak, dostlukları bir şey değil, her şey olanları  da ayrı tutmak lazım.
Örneğin Feyzullah Ertaş. İnsanın iyi gününde binlerce bulunanlardan değil, kötü günde yüreğini ortaya koyanlardan. Yani, makbul olanından ve sıkıntılı günlerimize davetsiz ve koşa koşa gelenlerinden. Faal olarak sporun herhangi bir yerinde olsa da olmasa da pazara kadar değil, mezara kadar dostluğunu göstermiştir. Keşke, ama keşke sevgili Feyzullah Ertaş gibiler çoğalsa.
Örneğin Ahmet Çankaya.  Her şeyiyle yanımızdaki ender insanlardan birisi. Yani, dostoğru dostlardan birisidir sevgili Çankaya.
Mesela Bisiklet Federasyonu’nun Alanyalı başkanı Emin Müftüoğlu. Alanya’dan kalkıp gelirken, burnumuzun dibindekileri hayatımızın neresine koymalıyız? Gerçek dost Müftüoğlu mu, yoksa burnumuzun dibindekiler mi?
Neyse…
Genel Kurulumuzu onurlandıran Gençlik ve Spor İl Müdürü Muhittin Yıldız’a, İstanbul’daki işini bırakıp bizimle olmaya koşarak gelen TFF Yönetim Kurulu Üyesi ve ASKF Başkanı Mehmet Baykan ile Derviş Ortasarı ve Faruk Hatipoğlu’na, Cemiyet Başkanımız Sevgili Sefa Özdemir’e, Güreş İl Temsilcisi Mustafa Sarı’ya, Gözlemciler Derneği Başkanı Ali Baş’a, dosdoğru dostlukları için teşekkür ediyorum.
İyi varsınız, iyi varlar.