Kimileri için zirvelerle ve tehlikeli dipler arasında fark yoktur. Dolayısıyla uçurumdan atlamak, yârları, belayı seçme özgürlüğü kolaylaşmıştır.
Rumen filozofu Cioran, “anlar birbirini izler” der. “Bir kapsamları olduğu yanılsamasına, ya da bir anlamları olduğu hayaline kapılmak için bir sebeb yoktur.”
Ona göre sadece seyirciyizdir ve bir hiçlik görüntüsüyle karşı karşıyayızdır. Her şey aynı seviyeye gelmiştir. Doruklar da yoktur, uçurumlar da” (Çürümenin Kitabı, Metis Yayınları)
Hayata herhangi, sıradan bir mahlûk gibi bakmak. Dünyayla olan alışverişin sadece maddî düzeyde kalması.
Emeğinizin, yeteneklerinizin, insanî temel değerlerinizin boşa çıktığı, önemsizleşip harcandığı, inandığınız hiçliğin sizi habire parçaladığı yorgun, bomboş bir dünya. Sizi eksilten, tekzip eden, dalga geçen. Korunaksız, dev(e)ranın önüne fırlatıp ezen.
Zıt kavramlar arasındaki dengeleme, eşitlik yahut mevcudata herhangi bir anlam atfetmeme; kalp boşluklarını çağırabilir. İçinde yalnızca kendi sesinin inlediği kalpler bazen çın çın, tın tın öter. Bir bedbahtlıkla dillense bile, imdat çığlıkları gerisin geriye döner. Habire çarpar, kanar, vurulur ve felaketli derinlikleri boylar.
Esasen onca donanımlı, zekâ küpü insanın azîm bir yeisle, kendini perdeleyen gaflet ve dahası acınası bir garip cehaletle yalnızca izlemekle yetinmesi; kendini baştan sıfırlaması korkunç bir duygu ve durum olsa gerek.
Ne büyük bir kuraklık ve ıstıraptır, kaç türlü ölümdür; Beşeriyete “izleyicilikten” ve hatta “intihardan” başka teklifinizin mevcut olmaması.
…
Hayat boyu kaç uçuruma düşeriz, kiminde hiç çıkamayacağımız. Ama kalkmak isteriz. Düşsek bile selâmete erişeceğimize inanırız.
Çünkü tutunduğumuz yücelttiğimiz bir mânâ, ayaklanmak doğrulmak istediğimiz bir nokta, inandığımız bir çıkış yeri vardır.
Bir cihetten, ruhumuza güveniriz; “çirkef kuyusu” telakki edilmez. Yüreğimiz güvelere, haşerata tam teslim olmamıştır, ayak basacağı zemini bulunur; “hasret biriktirmez”, kavuşma yerini manen bilir, görür. Ve zirvelere olan itimadımızsa, yolumuza hep ışık düşürür.
Özellikle dini hayatımız anlamlıdır. Harika savaşlar verebilir, zamanın mutlak kölesi değildir. Bir güzellik eylemine, katkısına, kutlu çizgilere inancı tamdır. Bir “doruğun” eteğinden ve bir KİTABIN elinden tutar. Tepelerin üstüne çıkabilir.
Müdahil olup, okumaları genişlettiğimizde; varlık ne zengin seçenekler sunuyor. Mürebbî ve uyanışlara sahne oluyor. Bu karşılıklı ucu açık alışveriş ve katılım, bir inşa sürecinin t(adı) haline geliyor.
Her şey insan için değerlidir, zaman da. Onu kullanabilir, karşı konmaz işleyişi lehine çevirip, istikbal için zaman nüveleri çıkarabilir ya da tohum atmayı bilir. Meyve, hâsıla sadece bağ bostanda değildir, başı biraz da tevekkül ve sabırla kalp bahçesine eğilir.
Ânın kıymetlenişine, şifalı günlere, seherlerin eklendiği aydınlık gecelere inanır. Yalnız değildir, ellerini birleştirebilir, hakikat çeşmesinden su içip, gönlünü şenlendirir.
Mümin Hak ve hakikatin tarafında bir seçkindir. Kulelerden de, okyanuslardan da inciler devşirebilir.
Ötelerin münadisinin sesine kulak verir, rahmet yağmurlarıyla filizlenir. “Olmak” derdi ve göklerden devşireceği bir enerjisi hep mevcuttur, bitmezdir.
Bulutlar müjdeci ağırlıklar taşırdı; yolcu gemileriyse deniz ve sema üstünde kolayca akardı. Yeryüzü/Kader nice doğuşlarla çatlardı. Umutlar dev(asaydı).
Doruklarsa her zaman vardı.