Bir çakal bozgun sesiyle inledi. Timsahın gözyaşları masumiyeti iç etti. Bir yarasa, ışığı zehirledi. Akbabanın leşleri paha biçilmezdi. Boşluğun kızı ya da oğlu, ahde ihanet etti. Ve bir baykuş, şeamet mülkünün üstüne tünedi.
Rüyada görmüştü hâlbuki baştan belliydi. Evin anahtarları eline verilmişti:
“Sen buradasın kalacaksın!”
Ayakaltındaki, yer dibindeki duygularının her fırsattaki kışkırtısını engelleyememişti.
“Aşkın eteklerine” toplanmış kadın erkek herkeste, taşkın bir sevinç, velveleli bir heyecan vardı; içindeki infiali isyanı tırmandıran.
Yol ve gidişi beğenilmeyen, pek çiğ duran Hilmi Bey bile, kervana karışan şanslılardan…
Gözbebeği hepsi, yakin, seçilmiş sevgili. “Tercihin” düzen bozucu, tadı kaçıran lezzeti.
“Can evinde” bir iç burgusu vurgusu. Kirin katmanlaştığı Benlik deposu. Ferdiyetinin defosu. Hayati Bilgisinin, tecrübenin fosluğu…
Neden? Dâhil olmak için uğraştı. Şartları son raddeye kadar zorladı. Ancak ona “bekçilik” layıktı.
Gözyaşları sıradaydı. Teselliler batıyor, güneş, gelenler gidenler, taşıtlar, kornalar, güldürüşlü selâmlar, elele kol kola gönülden sarılışlar, mutluluktan serilmiş şarkılar, yüce yolun baygın kokuları. Saadetli kafilenin sözleri, nefesleri, mevcudiyeti.
Çığlık atacak, haykıracak. Sayhasının şiddetiyle; hareketli, talihleriyle şımarık “sayıları” öteleyip; “Zatını” Aşkın yanına yöresine, süzülmüş öz defterine, gönül tellerine yerleştiriverecek.
“Haksızlık!”
Gözünün önünde raks eden anahtarlar; gittikçe büyüyen, yükselen karanlık pencereler, duvar kapılar, alaycı kilitler, suya doymayan azgın börtüböcekli bahçeler, kireçleşmiş zifiri kalp damarları, kaşarlanmış Benlik infilakları, ham insan toprağı. Rezaletin daniskası.
Kimseyi iplediği, kale aldığı ya da hesaba kattığı yok. Fütursuz…
Bir anlık göz göze… Hep çekildiği, teshir edildiği yerde.
Kalpte bir alt üst oluş, akış, sımsıkı bir ruh bağı. Hükmedici, hükümsüz kılan bir el...
Husumet, öfke, nefret, kin, huşunet; bütün çamurlu batak tarafının fışkı(rtı)ları ve tüketen, aşındıran, ısıran müptezel ağırlığı.. Hafifliyor sanki yürek darlığı.
Emanetleriyle mağrur Tavus kuşu.. “dünya damına” çıkıp, kof davalara kapılan modern zamanların çığırtkan miyavlayıcısı.. boşboğaz dudu.. vıdıvıdıcı boduk tavuk.. Çürük kapıların bekçi ve havlayıcısı “iddiacı Karabaş” geri çekiliyor.
Geriliyor, set çekilmiş Ben’in “özel Nârlığı”…
Bir kadın kibri, elpençe divan duruyor. Yeis gazelleri yere iniyor. İhtiras boyun büküyor. Muhabbetin aşka gönlü düşüyor. Ateşin bir dil tutuşuyor, yakıp serinletip eritiyor. Enerji çevriliyor. Ve infial… Duruyor.
Sahne, figürler, manzara aynı. Fark ediyor ki bülbüller, cevheri miskten ahular da varmış; güleç baharların ömrü ebede kadarmış.
…
Kâmil’in elbisesi siyahî… Dayanılmaz pervanelik hissi.
(Benim elimde dizi dizi masiva incisi/ Senin gönlünde Beytullah temsili)
Derinliklerinde bir “Seven”. İşte o “Sevenin” gözlerine, ufuklarına çakılmış bir gül(dERen).
İçinde bir kuvvet, gittikçe büyüyen, tazyikiyle cebreden, o nispette de zevk veren.
Sınır açmak, öte kokusu, alaimisema girişi, varlıkla güç birliği, ciğerlerinde bir kudret, deruni bir istilanın taşkınlığı, dünyayı ezmek gibi bir cihangirlik hevesi, aşkın meczup nüvesi…
İçindeki kadının başı dönüyor. Azaları, gövdesi, ruhu. Dönüş, hızlanıyor. Dışa taşmak dökülmek istiyor.
Kalıbından rahatsız. Bedeninde mahpus; ama dö.ne.cek kafasız kanatsız adsız.. namsız nişansız gamsız…
Çarpışa çarpışa, devire döke; kurşun geçirmez, hile hurda sökmez, yenilmez eğilmez bükülmez, cengâver bedeniyle döne..cek.
Kimseye kulak vermeden, bir deli aşkınlığıyla, bütün engelleri düzlemiş, her türlü aforozu, mezellet, rezillik ve ucuzluğu, hiçbir kelime kavram ve yazının inmeyi göze alamadığı derekeyi, tenezzül derecesini, katlarının ağırlığıyla dürüldüğü cehil mertebesini göze alarak.. sabuklayarak.. kalaylayarak..haklayarak düpedüz, gece-güpegündüz….
… etrafında, eteklerinin kenarında, kıyısında, gönlünün ortasında, bir meydan okuyuşun ol kertesinde kükreyerek, akla tükürerek, elde yalınkılıç zamanı döverek, dünyayı yakasından tutup silkerek,
……………… Zikrederek…
sırf kendi atmosferinin muhabbetinin hızıyla dönecek dönecek..
Kâmil’in çevresinde gönenecek dönecek. DÖNECEK.
An meselesiydi. Ramak kalmıştı.
Zaten yeryüzünde kim vardı. Bütün mahlûkat, yaratılmışlar bir çırpıda ayıklanmıştı. Hepsi bir avuç kum mesabesinde, buhardı.
Lakin bu tozu (hangi toz?” kaldırmıştı. Kıkırdadı.
Sulh sükûn içinde bir ağlama denemesi. Salâvatlar, ilahiler…
Kâmil ona bakıyor ve munis nazarlarla, sakince anahtarları uzatıyor.
Fırtına dindi. Mesajı bildi. Sindi.
Ucundan kıyısından bir iştirak payı, dile sinen Hak tadı.. Allah adı.
Bir gün kendisi de gidecek biliyor.
Onlarca tavaf yapmış gibi yorgun mutlu…
“Sen buradasın kalacaksın!”
Ayakaltındaki, yer dibindeki duygularının her fırsattaki kışkırtısını engelleyememişti.
“Aşkın eteklerine” toplanmış kadın erkek herkeste, taşkın bir sevinç, velveleli bir heyecan vardı; içindeki infiali isyanı tırmandıran.
Yol ve gidişi beğenilmeyen, pek çiğ duran Hilmi Bey bile, kervana karışan şanslılardan…
Gözbebeği hepsi, yakin, seçilmiş sevgili. “Tercihin” düzen bozucu, tadı kaçıran lezzeti.
“Can evinde” bir iç burgusu vurgusu. Kirin katmanlaştığı Benlik deposu. Ferdiyetinin defosu. Hayati Bilgisinin, tecrübenin fosluğu…
Neden? Dâhil olmak için uğraştı. Şartları son raddeye kadar zorladı. Ancak ona “bekçilik” layıktı.
Gözyaşları sıradaydı. Teselliler batıyor, güneş, gelenler gidenler, taşıtlar, kornalar, güldürüşlü selâmlar, elele kol kola gönülden sarılışlar, mutluluktan serilmiş şarkılar, yüce yolun baygın kokuları. Saadetli kafilenin sözleri, nefesleri, mevcudiyeti.
Çığlık atacak, haykıracak. Sayhasının şiddetiyle; hareketli, talihleriyle şımarık “sayıları” öteleyip; “Zatını” Aşkın yanına yöresine, süzülmüş öz defterine, gönül tellerine yerleştiriverecek.
“Haksızlık!”
Gözünün önünde raks eden anahtarlar; gittikçe büyüyen, yükselen karanlık pencereler, duvar kapılar, alaycı kilitler, suya doymayan azgın börtüböcekli bahçeler, kireçleşmiş zifiri kalp damarları, kaşarlanmış Benlik infilakları, ham insan toprağı. Rezaletin daniskası.
Kimseyi iplediği, kale aldığı ya da hesaba kattığı yok. Fütursuz…
Bir anlık göz göze… Hep çekildiği, teshir edildiği yerde.
Kalpte bir alt üst oluş, akış, sımsıkı bir ruh bağı. Hükmedici, hükümsüz kılan bir el...
Husumet, öfke, nefret, kin, huşunet; bütün çamurlu batak tarafının fışkı(rtı)ları ve tüketen, aşındıran, ısıran müptezel ağırlığı.. Hafifliyor sanki yürek darlığı.
Emanetleriyle mağrur Tavus kuşu.. “dünya damına” çıkıp, kof davalara kapılan modern zamanların çığırtkan miyavlayıcısı.. boşboğaz dudu.. vıdıvıdıcı boduk tavuk.. Çürük kapıların bekçi ve havlayıcısı “iddiacı Karabaş” geri çekiliyor.
Geriliyor, set çekilmiş Ben’in “özel Nârlığı”…
Bir kadın kibri, elpençe divan duruyor. Yeis gazelleri yere iniyor. İhtiras boyun büküyor. Muhabbetin aşka gönlü düşüyor. Ateşin bir dil tutuşuyor, yakıp serinletip eritiyor. Enerji çevriliyor. Ve infial… Duruyor.
Sahne, figürler, manzara aynı. Fark ediyor ki bülbüller, cevheri miskten ahular da varmış; güleç baharların ömrü ebede kadarmış.
…
Kâmil’in elbisesi siyahî… Dayanılmaz pervanelik hissi.
(Benim elimde dizi dizi masiva incisi/ Senin gönlünde Beytullah temsili)
Derinliklerinde bir “Seven”. İşte o “Sevenin” gözlerine, ufuklarına çakılmış bir gül(dERen).
İçinde bir kuvvet, gittikçe büyüyen, tazyikiyle cebreden, o nispette de zevk veren.
Sınır açmak, öte kokusu, alaimisema girişi, varlıkla güç birliği, ciğerlerinde bir kudret, deruni bir istilanın taşkınlığı, dünyayı ezmek gibi bir cihangirlik hevesi, aşkın meczup nüvesi…
İçindeki kadının başı dönüyor. Azaları, gövdesi, ruhu. Dönüş, hızlanıyor. Dışa taşmak dökülmek istiyor.
Kalıbından rahatsız. Bedeninde mahpus; ama dö.ne.cek kafasız kanatsız adsız.. namsız nişansız gamsız…
Çarpışa çarpışa, devire döke; kurşun geçirmez, hile hurda sökmez, yenilmez eğilmez bükülmez, cengâver bedeniyle döne..cek.
Kimseye kulak vermeden, bir deli aşkınlığıyla, bütün engelleri düzlemiş, her türlü aforozu, mezellet, rezillik ve ucuzluğu, hiçbir kelime kavram ve yazının inmeyi göze alamadığı derekeyi, tenezzül derecesini, katlarının ağırlığıyla dürüldüğü cehil mertebesini göze alarak.. sabuklayarak.. kalaylayarak..haklayarak düpedüz, gece-güpegündüz….
… etrafında, eteklerinin kenarında, kıyısında, gönlünün ortasında, bir meydan okuyuşun ol kertesinde kükreyerek, akla tükürerek, elde yalınkılıç zamanı döverek, dünyayı yakasından tutup silkerek,
……………… Zikrederek…
sırf kendi atmosferinin muhabbetinin hızıyla dönecek dönecek..
Kâmil’in çevresinde gönenecek dönecek. DÖNECEK.
An meselesiydi. Ramak kalmıştı.
Zaten yeryüzünde kim vardı. Bütün mahlûkat, yaratılmışlar bir çırpıda ayıklanmıştı. Hepsi bir avuç kum mesabesinde, buhardı.
Lakin bu tozu (hangi toz?” kaldırmıştı. Kıkırdadı.
Sulh sükûn içinde bir ağlama denemesi. Salâvatlar, ilahiler…
Kâmil ona bakıyor ve munis nazarlarla, sakince anahtarları uzatıyor.
Fırtına dindi. Mesajı bildi. Sindi.
Ucundan kıyısından bir iştirak payı, dile sinen Hak tadı.. Allah adı.
Bir gün kendisi de gidecek biliyor.
Onlarca tavaf yapmış gibi yorgun mutlu…