İletişim; kişinin duygu, düşünce ve bilgilerini sözlü ya da sözsüz olarak karşısındakilere aktarmasıdır. İletişimde dil kadar beden dili, konuşma şekli, kullanılan sözcükler, ses tonu, jest ve mimiklerde çok önemlidir.
Çocuklarla konuşurken beden dilini çok iyi kullanmak gerekir. Çünkü beden dili iletişimin şahitleri gibidir. Zaman zaman kelimelerin anlatmakta yetersiz kaldığı sevgiyi; tatlı bir bakış, içten bir kucaklayış çok daha iyi anlatabilmektedir. Yine kelimelerle anlatılmayan acı ve sıkıntıları iki damla gözyaşıyla daha iyi anlatıldığını biliyoruz.
Çocuklarla iletişim problemi yaşamayan anne baba yok gibidir. Çünkü anlaşılamamaya bağlı olarak yaşanan sıkıntılar, çağlar öncesinde olduğu gibi günümüzde de iletişim problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Milattan Önce iki bin yıllarında (M.Ö.2000) Mısır Piramitleri’nde bir anne ile bir kızın, ergenlik döneminde yaşadıkları iletişim problemlerinin yazılı olduğunu araştırmalardan öğrenmekteyiz. Buradan da anlaşılacağı üzere iletişim problemi sadece çağımıza özgü değildir. İletişim probleminin temelinde de anne babaların, çocuklarını kendi yaşadıkları çağa göre yetiştirmek istemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu konuda Hz. Ali (r.a) günümüz anne babalara şu tavsiyelerde bulunmaktadır:
"Evlâdınızı bulunduğunuz zamandan başka bir zaman için talim ve terbiye ediniz. Çünkü onlar sizin zamanınızdan başka bir zaman için halk olunmuşlardır. Çocuğun terbiyesinde sakın kusur gösterme; zira o, senin zamanından başka bir zaman için yaratılmıştır."
“Çocuklarınızla yedi yaşına kadar oynayın, on beş yaşına kadar onlarla arkadaş olun, on beş yaşından sonra da onlarla istişare edin.”
İletişimde Satır Araları Mesajları İyi Okuyabilmeli
Yanlış ve yetersiz iletişim, aile ve çocuk arasında sorunlara yol açmaktadır. İşlerin yoğunluğu ve işlerin vermiş olduğu yorgunluk gibi nedenlerden dolayı bazı anne babalar, çocuklarına gereken zamanı ayır(a)mamaktadırlar. Sebep ne olursa olsun anne babalarından gereken ilgi ve sevgiyi göremeyen çocuklar, öncelikle mesajlarını dolaylı olarak iletmek isterler. Söze karışmak, dökme ve kırma pahasına da olsa ev işlerine yardım etmeye çalışmak, bir şeyler anlatmaya çalışmak, ardı arkası kesilmeyen sorular sormak gibi. Çocuklar bunlarda başarılı olamazsa dikkati bu seferde yaramazlıklara verecektir. Yaramazlık yapmak, söz dinlememek, kardeşini rahatsız etmek gibi…
Hiçbir ihtiyacı olmadığı halde sürekli arkadaşlarının kalem ve silgilerini çalan çocukla yaptığım görüşmede, çocuğun anlattıkları hem çok ilginç hem de iletişim ve sevgi eksikliğine dayalı olan Kleptomani Hastalığına çok iyi bir örnektir. Çocuk çalma eylemini anne babasından intikam almak için yaptığını söylüyor ve şöyle devam ediyor:
“Hocam, okuldan eve geldiğim zaman genelde annemi evde bulamam. Annem benden sonra gelir ve hemen mutfağa gider. Bende mutfağa gider anneme bir şeyler anlatmaya çalışırım. Fakat annem yemek yetiştirme telaşından beni dinlemek istemez. Hatta ayağımın altında dolaşma, odana git; yemekte anlatırsın diyerek beni kovar. Beni mutfaktan kovarken gözler, dövecek gibi bir hal alır. Benimle fazla ilgilenmediği gibi acıktığımı söylediğim zamanda ya öğün saatini beklememi söyler ya da buzdolabını gösterir.
Yemek saatinde de bir şey anlatmaya çalıştığım zaman da “Sus, çok konuşuyorsun!” Konuştukları konu hakkında fikrimi söylemeye çalışsam “Sen daha çocuksun, anlamazsın!” Sesimi duyurmak için yüksek sesle konuşsam “Büyüklerin yanında sesini yükseltme!” “Kocaman oldun” gibi ardı arkası gelmeyen insanı ikilem içinde bırakan emir vaki nasihatleri.
Babamı zaten hiç sormayın, varlığıyla yokluğu belli değil. Evde olduğu zaman sanki ben yokmuşum gibi davranır. Varsa yoksa onun için iş, güç ve ona göre her şeyi bizim için yapıyor olması. Tabi bana da her zaman sorar, paraya ihtiyacın var mı diye? Oysa ben onlardan doğurmalık ve doyurmalık anne baba değil, benim için çok değerli olan; fakat anne babam için fazla önemli olmayan ilgi ve sevgilerine ihtiyacım var.
Ben de anne babamdan bana göstermedikleri ilgi ve sevginin intikamını; ancak falanın çocuğu okulda hırsızlık yapmış dedirterek alabilmekteyim. Aslında yaptığım hareket hiç doğru değil; fakat kendimi bunu yapmak zorunda hissediyorum. Burada en çok üzüldüğüm şey de arkadaşlarımın kalemlerini ve silgilerini aradıkları zaman bulamamaları.”
Peki, ilk hırsızlığını nerde ne nasıl yaptın diye sorduğumda; Kleptomaninin psikodinamiğine uygun çok güzel cevap verdi:“Mutfağımızdan tatlı çalarak…”
Hans Zulliger: “Tatlı sevginin yetersizliği olursa çocuk da kimse görmeden yiyecek atıştırtma, çalma, yalan söyleme ve tatlı yiyeceklere yönelmektedir.” der.
(Devam Edecek)