Şüphesiz her memleketin insanı ve okuru, öncelikli olarak kendi ülkesinin yazarını kendi kültürel birikimlerini tercih eder, etmelidir. Bu doğaldır, beklenendir. Ancak tabii biz de bu gerçeklik, geçmişte tam tersi bir uygulama ile icra edildi. Sanki kendi kültürel değerlerimizde kendi edebiyâtımızda kendi yazarlarımızda bir eksiklik varmış gibi hep bizim medeniyet değerlerimiz ötelendi, itelendi.
Maalesef Batı’dan her gelenin baş tâcı edildiği zamanlarda, Doğu’ya, kültür ve edebiyâtına olumsuz bir bakış açısı vardı. Hatta Doğu medeniyetinin hep olumsuz olarak gösterilmesi, o zaman ki hâkim gücün kültür politikalarıyla desteklenmişti. Bu şekilde, kültürel yaşama müdahale ile geçmişe âit birikimlerimiz, edebiyâtımızın seçkin eserleri birden bire okunamaz hâle gelmiş, evlerinde dîni kitap bulunduranlar hapislere tıkılmıştı. Öyle ki kendi kutsal kitâbımızı okumak, evlerde Kur’an okutmak yasaktı. Biz buralardan geçtik ne yazık ki! O dönemlerde yetişen kesim, pek tabii ki geçmişine, mâzisine ve birikimlerine yabancı olmuştu.
Ülkemiz târihindeki o ilk dönemler, Batı kültürü, bilhassa da Fransız kültürü memleketimizde yaygınlaşmış, o devirde bütün Osmanlı unsurları adına ne varsa ve dahi edebiyâtı değersizleştirilmişti. Meşhur Divan edebiyâtı, saray edebiyâtı damgası yapıştırılarak aşağılanmış ve küçümsenmişti. Yine Farsça ve Arapça etkisi var diye Osmanlı estetiği ve edebiyâtı dışlanmıştı. Aynı zamanda Osmanlı edebiyâtı, Türk edebiyâtı ayrıştırmasına gidilerek müthiş bir kültür erozyonu yaşanmış, mâziye âit değerlerimiz parçalanmıştı. Neticede Türk dehâsını yansıtan büyük bir mâzi ve muhteşem bir edebiyat yok sayılmıştı.
Bu neticeden sonra modernlik, çağdaş olmak Batı’ya endekslenince, insanlar Doğu’ya sırtlarını döndüler. Ve o devir yazarları, entelektüelleri eserlerindeki tüm kurguları, Doğu’yu, kültürel birikimlerini, edebiyâtını kötü gösterme üzerine idi. Bu sebeple klasik adına ne varsa ülke insanına unutturulmuştu. Yönünü Batı’ya dönmüş, egemen ideolojinin baskısı altında olan insanımız, Batı anlayış ve kültürüne teslim olmuştu. Bu durum aziz ve necip milletimiz için kültürel bir yıkımdı ve bu yıkım geçmişten bu yana hep devam etmiştir.
O günden bu yana, kendi coğrafyamızın bilhassa edebiyat alanında şark-İslam klasikleri, bu bahsettiğimiz Batıcı yaklaşımdan dolayı görmezden gelindi, ihmal edildi. Halbuki bir milleti millet yapan, kendi kültürel değer ve birikimleridir. Geçmişle kurulan bağ zayıflayınca, ülke insanları kendi kültürel ve edebi mirasına kayıtsız kalır. Her ülkenin kendi kültürel değerlerini yansıtan klasikleri vardır. Bizim de, bizi yansıtan klasiklerimiz vardır. Bunları insanımızın tanıması ve bilmesi gerekir. Kısaca bahsetmek isteriz; Binbir Gece Masallar, Dede Korkut Hikâyeleri, Kelile ve Dimne, Tûtînâme, Firdevsî’nin Şahnâmesi, Ferîdüddîn Attar’ın Mantıku’t-Tayr’ını, Harirî’nin Makamat’ını, İbn Tufeyl’in Hayy bin Yakzân’ını, Genceli Nizâmî’nin Heft Peyker’ini, Sâdî’nin Bostan ve Gülistan’ını, Mevlânâ’nın Mesnevisi’ni, Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’ini, Yunus Emre’nin şiirlerini, Fuzûlî’nin Leyla ile Mecnun’unu, İbn Hazm’ın Güvercin Gerdanlığı’nı, Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi’ni, Ahmed-el Hani’nin Memuzin’ini, Şeyh Gâlib’in Hüsn-ü Aşk’ını, Filibeli Ahmet Hilmi’nin A’mâk-ı Hayâl’i okumalıyız. Bu saydıklarımızı -abartı olacağı kanaatinde değiliz- neredeyse okumayan Batılı yoktur.
Onlar bizi okuyorlar. Kendi değerlerimizi yansıtan bu birikimler, bizim övünç kaynağımızdır. Unutulmasın ki kalemle yapılan fetihler, târihe mâl olur. On iki ve on üçüncü yüzyıllarda İbni Sina, Fârabi, İbni Rüşd, İbni Bacce gibi Müslüman filozofların eserleri Batı’da okunmakta ve fikirleri tartışılmaktaydı. Aristo’dan sonra ikinci hoca olarak Fârabi görülürdü. Kendisi İspanyalı olan İbni Rüşd’ün fikirleri, Avrupa üzerinde oldukça etkili olmuştu. İbn-i Sinâ’nın ‘El Kânun fi’t Tıp’ isimli eseri, altı yüzyıl boyunca, Batı’da ders kitabı olarak okutulmuştu. Bu değerli tıp âlimi, geceleri sabahlara kadar okuma ve yazmayla vakitlerini geçirirdi. Yine sabahlara kadar kitap okuyan, 19 yaşında 6 dil bilen, Fatih Sultan Mehmed’imizi de, burada anmadan geçmeyelim.
Bilinsin ki, -araştırmalar onu gösteriyor- onuncu yüzyıldan tibâren ‘kitap’, Doğu Medeniyetinin kendini izah etme tarzı olur. Kitap yazımı yaygınlaşır, İslam diyarlarında geniş kapsamlı kütüphâneler inşa edilir. Bağdat’ta Abbâsî Kütüphânesi, Mısır Kâhire’de Fatımî Kütüphânesi, Kurtuba’da Endülüs Emevî Kütüphânesi kurulur. On birinci asra kadar ilerleyen yıllarda dünyânın hiçbir yerinde, Doğu toplumu kadar kitap okumaya değer veren, başka bir toplum yoktu. Doğu’nun kültüre ve kitaba verdiği önem, Batıyla kıyas dahi edilemez. O devir âlimleri sayfalar ve ciltler dolusu eserler yazarak, insanlığın önünü açmışlardır.
Hiç şüphesiz Doğulu ilim ve bilim adamlarının bu özelliği ilk emri, ‘Oku’ olan ve ‘İlim Çin’de dahi olsa alınız’ temel düsturlarından gelmekteydi. Yine Doğu kültüründe, câmi ve etrâfındaki medreseler, dergahlar çerçevesinde şekillenen insanlar, kendi kültür ve edebiyâtıyla iç içe olmuşlardır. Bu tür düşünce insanları, devirlerinin devlet idârecileri tarafından saygı görür, fikirlerine özel ehemmiyet verilirdi. Değişik münazara ortamlarında, çeşitli oluşumlar düzenlenerek, bu değerli ilim ve fikir adamlarının görüşleri geniş kitlelere sunulur ve ortaya seneler sonra istifâde edilecek nice güzel eserler çıkardı.
Şunu da vurgulamak isteriz; kültürel birikimler özellikle edebiyat, edebî eserler toplumların hafızalarını yansıtır. Kitaplarda serdedilenler, insanlığın ortak birikimleridir. Doğu ve Batı arasındaki târihsel iletişim sürecinde, her ülkeye âit kitapların insanlar tarafında okunması sürmüştür ve sürmelidir de. Çünkü Doğu ve Batı medeniyet coğrafyasında insanlar birbirlerini okuyarak değerlendirmiş ve farklı fikirler değişik yorumlar katmışlardır. Bilhassa klasikler, temel eserler senelerce insanların elinde dolaşarak, insanlığın ortak birikimi olmuştur. Bu güzel bir neticedir. Ancak ne yazık ki, mâziden âtiya insanlar ve toplumlar arasındaki kamplaşma bu güzel neticeyi baltalar vaziyet almıştır.
Hayırlısı, biz her dâim güzel neticelerin peşindeyiz elhamdülillah. Cumânız mübârek olsun.