Ok gibi doğru olsam yayla atarlar beni.
Yay gibi eğri olsam, elde tutarlar beni,
Doğruda aç görmedim, eğride tok
Elde kalır eğri yay, menzil alır doğru ok.
Müslümanlarda bulunması gereken en güzel hasletlerden biri de doğruluktur. Asr-ı saadet ve daha sonraki devirlerde, Müslümanlar bu hususa o kadar hassasiyet göstermişler ki; düşmanları bile onların doğruluklarını itiraf etmekten çekinmemişlerdir.
Geçmiş Müslümanların ekseriyeti gerçek manada doğru imişler. İçi dışı bir insanlarmış. Riyadan, dalkavukluktan, sahtekârlıktan, şeytani duygu ve düşüncelerden azade insanlarmış. Günümüzün Müslümanları ise (istisnalar hariç) minare gibi Müslümanlar. Dışarıdan gayet doğru, muttaki, mütedeyyin, ama içleri eğri-büğrü, kıvrım kıvrım.
Peygamber Efendimiz sık sık: "Beni Hut Suresi kocattı" (1) buyururmuş. İslâm âlimleri bir gün bu söz üzerinde münazara yaparlar. Bazı âlimler: Bu suredeki ağır hükümlü ayetlerden dolayı Resûlüllah böyle söyledi demişler. Bazıları: Bu surede anlatılan peygamber kıssaları (Peygamberlerin hayat hikâyeleri) kocattı derken bazıları da; Bu surede, daha önce helâk edilen kavimler ve helâk sebeplerinden bahsedildiği için Peygamberimiz böyle derdi, diye fikir beyan etmişler.
Bu âlimlerden Ebu Ali Es-Sülemî, o gece rüyasında Resûllüllah'ı görür ve O'na sorar. Peygamberimiz: "Hayır söylenenlerden hiç biri değil, beni o Suredeki ‘Emrolunduğun gibi doğru ol’" ayeti (2) kocattı” buyurur. Bu sebeple Müslümanlar bu mevzuda çok hassas davranmışlardır.
Bedevinin biri peygamberimize gelir ve derki: "Ya Resûlallah! Ben cahil bir adamım. Fazla bir şey öğrenecek durumum yok. Bana dinimi öğret ama zor olmasın, yapamam. Uzun olmasın ezberleyemem. Başkalarına bir şey sormama gerek de kalmasın." deyince Resûl-i Ekem: "Allah'a inan ve doğru ol" (3) diye çok özlü bir cevap verir.
Allahü Zülcelâl: "Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Bir de doğrularla beraber olun" (4) buyurarak doğru kimselerin dünya ve ahirette kıymet ve kazançlarını bizlere bildirmiştir.
Yine Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde: "Aleyhine bile olsa doğruyu söyle, doğru ol" (5) buyurmuştur. Sözlerimizi bu hadis-i şerifin şerhi mahiyetinde olan Şair Eşref'in şu mısraları ile bitirelim:
Eylemen ölsem de kizbi ihtiyar
Doğruyu söyler, gezer bir şairim
Bir güzel mazmun bulunca, Eşrefa!
Kendimi hicveylemezsem kâfirim.
Ehlullahtan birisi; “Her söylediğin doğru olmalı fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir.” buyurmuş.
Kadıya bir gurup insan gelip; “falan adam çok doğru, biz ondan şikâyetçiyiz” demişler. Kadı; “beyler, dünyada aranan doğruluk, Allah ve Resülünün emrettiği doğruluk, hiç doğruluktan şikâyetçi olunur mu?” dediyse de adamlar; “kadı efendi bu adam haddinden fazla doğru, bildiğin gibi değil…” gibi sözlerle ısrar edince Kadı’nın da hayretini mucib olmuş ve adamı çağırtmış. Kadı’nın bir gözünde hafif bir şehlâ’lık (kaygınlık) varmış, adam kapıdan girer girmez; “esselâmü aleyküm kör kadı” deyince, Kadı bağırmış; “atın ulen bu edepsizi nezarete, bu gerçekten haddinden fazla doğru, bu kadarı fazla” demiş.
Hemşerisi olmakla iftihar ettiğimiz Mevlânâ Hazretleri de: “Aynalar gibi doğru olun. O her şeyin hakikisini gösterir.” buyurmuş. Doğruluk ve doğru sözlülükten sapmamak gerekir, ama kadı hikâyesinde olduğu gibi lüzumsuz doğruluktan da sakınmak lâzım.
Konyamızın meşhur nüktedanlarından Tayip Ağa’nın Aziziye Camii yakınında bakkal dükkânı varmış. Eskiden lokantalar sınırlı, kafe, fesfod, dönerci vb. yerlerin bilinmediği dönemlerde malum bakkallar onların görevini yaparlardı. Tatil günleri askerler gelir, Tayyip Ağa’nın nüktelerini dinlerler, karınlarını da doyurur giderlermiş. Bir gün üzüntülü durumlarını görünce Ağa sormuş; “hayrola gençler, bugün moraliniz bozuk”, “Sorma Ağa, çok sevdiğimiz bir subayımızın 8-10 yaşlarında bir kızı çaresiz bir hastalığa tutulmuş, ona üzülürüz” deyince, Tayyip Ağa “lüzumsuzluk parayla mı?” dercesine; “o da dert mi? Bizim Tutlukırı Mevkii'nde bir ot biter, ondan birkaç defa kaynatıp içiriverseler hiçbir şeyi kalmaz kızcağızın” der. Askerler usulca sıvışırlar, kısa bir müddet sonra bir jip gelir ve askerler, “hadi bakalım Tayyip Ağa şu otu bulalım” derler, umut bu ya. Tayyip Ağa mecbur kalmış gitmeye, Dutlukırına varmış başlamış ot aramaya, oyalanmaya, tabi kendisini herkes tanır, rast gelenler; “hayrola Tayyip Ağa ne ararsın?” demişler, rahmetli; “sormayın dostlar, insanın kendine yaptığını kimseler yapmaz, dükkânda bir b...k yedik de, ağzımızı silecek ot ararız” demiş.
Balkan ve Çanakkale Savaşları yıllarında yokluk, kıtlık, fakirlik milletimiz üzerine karabulutlar misali çökmüş, 9 cephede savaşıyoruz, cepheler asker öğütüyor, Anadolu’da çalışacak insan kalmamış, insanlar ot kökleri, süpürge tohumlar, ağaç kabukları yiyor. Bu felaketi kendi saadetine çeviren insanlarda olmuş, karaborsadan büyük servetler edinenler olmuş, şekerin okkasını 5 kuruşu alıp, 5 altına satanlar olmuş… (6) Ama hiçbirine yaramamış, boğazlarına durmuş, hazımsızlık vermiş, çok değişik acı ve ıstıraplarla çıkıp gitmiştir. Doğruluktan ayrılanların hali her zaman bu olmuş ve böyle olacaktır. Çünkü atalar; “hak yenir ama hazmedilmez” demişler.
--------------
1- Tirmizî, Tefsir 56.
2- Hûd Sûresi, 112.
3- Münâvî, Feyzül Kâdir, 3-232; Hadis Ansiklopedisi, c.16, s. 252.
4- Tevbe Sûresi, 119.
5- İbrahim Canan, “Hadis Ansiklopedisi”, Zaman Yay. c. 16, s. 252.
6- Samiha Ayverdi, “Bir Dünyadan Bir Dünyaya”, Kubbealtı Yay. İst. 2005, s. 130.
Kizb: Yalan, Mazmun: Yeri gelince, Hicv: Kötüleme, yerme.