Ve yüklenmişti özlemi bir karınca..!
Özlem ki herkesin kalbi ağırlığınca
Cebel-i nurda rastladım bir kırlangıca…
Kanadını kalbine basmış, özlemi gözlerinden yaşa karışmış..
Beklemektedir…!
Save kurumayı
Mecusilerin ateşi sönmeyi..
Kisra’nın sütunları yere çivilenmeyi
Bir çocuk diri diri gömülmekten kurtulmayı beklemektedir.
Beklemektedir, karanlık aydınlığını kucaklamak için..
Beklemektedir Hıra, seninle hasbıhal etmek için..
Ciğer pişirmek için aşkından Ebubekir beklemektedir..
Kılıcını adaletle bilemek için Ömer beklemektedir…
Yatağına uzanıp canından geçmek için Ali beklemektedir.
Ezan okumak için Bilal, beklemektedir.
Hatice bütün azmi ve inancıyla
Ayşe sevgisi iffeti ve aşkıyla..
Fatıma kalbinde ki yangınla koşturmak için
Beklemektedir.
Mekke sahibini beklemektedir.
Medine devletin olmak için süslenmektedir.
Kudüs yükselişine şahitlik için ayaklarını beklemektedir..
Sevr’de bir yılan..
Medine’de bir hurma kütüğü…
Gökte bulut..
Taif’te tarifsiz acı vereceğini bilen bir taş
Uhud’da senden ayrılacağı için üzülen bir diş..
Beklemektedir..!
Yerde toprak, çölde bir aslan avcısı
Zenci bir köle, esmer bir kız çocuğu…
Ebu Hureyre, kucağında bir kediyle…
Ebu Eyyüb evinde misafir edecek olmanın sevinciyle..
Beklemektedir.
İstanbul’u fetih etmek için Fatih Sultan
Emanetlerini korumak için Yavuz Selim han
İsmini yüceltmek için Kanuni Sultan Süleyman
Beklemektedir..
Buzlar ülkesinde , beyaz sakalını dünyaya bağlayan bir Tolstoy beklemektedir.
Bulantılar içinde, ruhunu sallayan Sartre seni beklemektedir.
Yalnızlığı kendine sarıp, sensiz yanmışlığı yaşar Kafka..!
Senin ayağındaki tozu özler Mevlana…!
Senin için koyar başını dergahın kapısına Yunus..!
Dağlar yürümek için ardından,
Okyanuslar bütün dinginliği ile karışmadan…
Beklemektedir..!
Filistin’de kurşunlara merhaba diyerek uyanan..!
Çeçenistan’da , kurşunları kalbine süs yapmış bir adam..!
Afganistan’da Seyyid Muhammed..!
Türkiye’de Ahmet..!
Seni beklemektedir, yeniden medeniyet olmak için İslam..!
Seni beklemektedir keşiş, haham ve imam..!
Seni beklemektedir kalplerden uzağa düşmüş iman..!
Sen ki en kutlu doğan…!
Sen ki şefkatli, merhametli ve emin olan..!
Ölmüş, öldürülmüş gönüllerimize doğ…
İçimizdeki, ateşleri söndür, içimizdeki saveleri kurut…
İçimizde kurulmuş bencillik saraylarını yerden yere vur..
Gel ki gurur ve kibirle kirlenmiş yüreklerimize, inci bakışlarındaki ışıltı nüfuz etsin…
Gel ki zalime buğuzsuzlaşmış dillerimiz, buğz edebilsin..!
Yüzsüzleşmiş yüreklerimize yeniden doğ..!
Ve gene zulmeti, şefkatinle boğ…
Gönüllerimizin ufkunda zuhura yeltenen örümceklere inat… !
İçimizde çiçeklensin Server-i Kainat..!
Sen ki, garibe, mazluma kol kanat…
Sen ki gül-i katmer…!
Sen ki nur-i kamer..!
Sen ki ümmeti için gözyaşı döken peygamber..!
Cevher’dir özüm , Mücevhercedir sözüm..!
Sen kainatın incisi..!
Sen insanlığın birincisi..!
Sen terbiye edenin en sevdiği mürebbisi..
Baharın müjdesi , suyun katresi aşkın adresi..!
Ey Rabbin sevgilisi..!
Bütün kırık dökük harabelere dönmüş kalplerimize her defasında yeniden doğ…!
Konferans salonlarında, konser sahnelerinde, ellerimde alkışlarla değil, gözlerimde yaşlarla andım seni..!
Tek istediğim görmediğimiz çağlarda var olan efendim..!
Her dem gönülüm de ve gönüllerde doğ..!
( Ebubekir Mücevher)