Yirmi üç sene de peyderpey inen ayetlerle Kur’an-ı Kerim tamamlanmış son inen ayetle de “Dininizi kemale erdirdim, üzerinizde ki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’a razı oldum” (Maide suresi: 3) buyuran Rabbimiz, artık dinde eksik - fazla bir şey kalmadığını beyan buyurmuştur.
Bu ayetin inmesiyle, Asr-ı saadet Müslümanlarında hem bir sevinç ve hem de bir üzüntü hâsıl olmuştur. Sevinmişlerdir, artık dinleri tamamlanmıştır ve kendilerine lazım olan her şeyi dinlerinden alabileceklerdir. Üzülmüşlerdir, “din tamamlandığına göre Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in de görevi tamamlanmış demektir. O halde onun hayata veda etmesi yakındır. Onsuz bu hayat nasıl geçecektir?” diye düşünmüşlerdir.
DİN NASIL ANLANMALIDIR
Ülkemiz de “din” deyince hemen akla İslamiyet gelmektedir. Bu da gayet doğaldır. Çünkü milletimiz bin yıldan fazla “İslam’ın bütün İnsanların dini olmasına ve bütün insanlığın da bu hazineden yararlanmasına…” çalışmışlardır.
Zaten İslam, sadece bir kabilenin, sadece bir ulusun dini olarak gelmemiş, bütün insanlığın dünya ve ahiret mutluluğuna ermesini temin etmeye gelmiştir. Cihan şumûldür, (bütün cihanı – yeryüzünü - kaplar) evrenseldir. Ben insanım, diyen her kese açıktır.
Bir Müslüman da bu dini yaymaya çalıştıkça yani duymayan veya bilmeyenlere ulaştırdıkça onun Allah katında ki mükâfatı artmakta ve derecesi yükselmektedir.
Ancak burada ki ince nokta; “tebliğ etmede (dini yaymada)” kesinlikle şiddet ve cebir kullanılmaması, ancak ikna metodunun uygulanması emredilmiş ve “Din de zorlama yoktur” buyrularak, sistem açıklanmıştır.
Bir Müslüman bir başka din mensubuna iyi davranmakla ve dürüst hareket etmekle yükümlüdür. “Bu adam başka bir dine mensuptur” diyerek onun hakkına tecavüz etmesi, onu kandırması ve aldatması mümkün olmadığı gibi, doğru da değildir.
DİN NEDİR?
Genel anlamda din; “İnsanın hayatında uyguladığı ölçüler manzumesidir.” Bir insan yerken – içerken, otururken – gezerken, çalışırken – dinlenirken, bekârken – evliyken velhasıl bütün hallerinde uyguladığı ölçüler o insan için din olmaktadır.
Müslüman, Allah’ın kendi mutluluğu için gönderilmiş bulunan İslam’ı hayatında tatbik etmeye çalışırken, İslam dışı fikir ve ideolojilere inanan bir takım insanlarda, o ölçüleri kendi hayatlarında uygularlar. Hatta “Ben dinsizim” diyen adamın da inandığı bir takım batıl fikirler vardır ki o da onun dinidir. Bu adama “Dinsizliği kendine din edinmiş” denilir.
Dindar demek, dinine düşkün insan demektir. Yani hayatta uyguladığı ölçüleri bir oradan bir buradan alan değil hepsini kendi inançları içinden devşiren adam demektir.
Ateş yakar, su boğar, zehir öldürür… Bunların etkilerini bilen bir insan elini ateşin içine sokabilir mi? Suya girer mi? Zehri içe bilir mi? İşte din’e iman da bunun gibidir.
Bir başka ifadeyle din; “Karada yaşayan canlıların havası, suda yaşayan canlıların suyudur” Karada yaşayanlardan havayı, suda yaşayanlardan suyu kaldırırsanız o canlının artık yaşayamadığını ve öldüğünü görürsünüz. İşte bir Müslüman için de din bu kadar elzemdir (lazımdır). Onsuz, Müslüman, hatta onsuz insan hayatta kalamaz ölür veya öldürülür. İşte yeryüzündeki savaşların, katliamların da özeti de budur.
Bazıları, “Ben Müslüman’ım” derken, yaşayışında İslam’a ait çizgileri pek göremezsiniz. Mesela Namazlarını düzenli kılmaz. Belki cuma namazlarına gider, diğer namazlarını kılmaz. Sorarsınız bu adama;
“Kardeşim cuma namazına niçin gidiyorsun?” O cevap verir.
“Allah emrettiği için…”
Peki dersiniz, demek ki Allah emrettiği için cuma namazına gidiyorsun. Hâlbuki Allah; “belli zamanlarda Allah’ı anın, rukû ve sucut yapın” emrini verirken ve Peygamberimiz bize beş vakit namaz kılmamızı, kendisi de kılarak gösterirken sen diğer namazlarını niçin kılmıyorsun?
Bu adam aslında, din diye inandığı ölçüler manzumesinde eksiklikler var, imanı zayıf ta onun için ibadetlerin biri var, biri yoktur.
DİN OYUNCAK DEĞİLDİR
Hâlbuki beş vakit namaz, bir Müslüman için vazgeçilmezlerdendir veya öyle de olması gerekir. Eğer bu adamın ibadetlerde bir zafiyet (eksiklik) varsa bu zafiyet, İmanda ki zafiyetinden kaynaklanmaktadır.
Adam Müslüman’dır, ama içki içmektedir. Faizcilik yapmakta, kumar oynamakta, hırsızlık yapmakta, zina etmekte, başkasının hakkını zimmetine geçirmektedir vb. Bu ve benzeri İslam dışı hareketler, o adamın inancında ki zafiyetini göstermektedir.
Bu yanlış hareketlerin bir kötü tarafı da, İslam’ı bu adamın şahsında gören bir takım art niyetliler, bu adamın eksikliklerini görerek güya İslam’ı tenkit etmelerine sebep olmasıdır.
İslam’ı inceleyerek kabul eden yabancılar, öyle bir arayış içerisindedirler ki İslam hangi sahada ne istemiş, ne emretmişse hepsini yapabilmenin gayreti içerisindedielr. Ve temennileri; “İyi ki biz İslam’ı inceleyerek kabul ettik. Sizin hareketlerini görerek kabul etmeye kalkışsaydık, İslam’a dönmezdik” demektedirler.
Bu ihtida edenlerin (İslam’a dönen) haykırdığı gerçek, belki birçok İslam’a dönmek isteyenlerin önünde bizler, birer kötü örnek oluşturmaktayız. Biz eksik noksan yaşayışımızla bir takım yabancıların hidayete erişmelerini engellediğimizi bilmeli ve bu büyük vebalden kurtulabilmek için “küçük menfaatlere, büyük dinimizi satmamalıyız”
Bu yazımın tamamlanması esnasında bütün okurlarıma tembihatım şu olacaktır.
“Sakının, İslam’ı; sanki otomobilinizde bir stepne lastiği gibi görmekten… Lazım olduğunda belki kullanırım, diye düşünmekten”
Siz İslam’a yani Allah’ın dinine ne kadar ilgi ve alaka gösterirseniz, Allah da hem bu gün ve hem de yarın mahşer yerinde size o kadar ilgi ve alaka gösterecektir.
Sizin dininiz, asla vazgeçemeyeceğiniz otomobilin kendisi olmalıdır.
Bu ayetin inmesiyle, Asr-ı saadet Müslümanlarında hem bir sevinç ve hem de bir üzüntü hâsıl olmuştur. Sevinmişlerdir, artık dinleri tamamlanmıştır ve kendilerine lazım olan her şeyi dinlerinden alabileceklerdir. Üzülmüşlerdir, “din tamamlandığına göre Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in de görevi tamamlanmış demektir. O halde onun hayata veda etmesi yakındır. Onsuz bu hayat nasıl geçecektir?” diye düşünmüşlerdir.
DİN NASIL ANLANMALIDIR
Ülkemiz de “din” deyince hemen akla İslamiyet gelmektedir. Bu da gayet doğaldır. Çünkü milletimiz bin yıldan fazla “İslam’ın bütün İnsanların dini olmasına ve bütün insanlığın da bu hazineden yararlanmasına…” çalışmışlardır.
Zaten İslam, sadece bir kabilenin, sadece bir ulusun dini olarak gelmemiş, bütün insanlığın dünya ve ahiret mutluluğuna ermesini temin etmeye gelmiştir. Cihan şumûldür, (bütün cihanı – yeryüzünü - kaplar) evrenseldir. Ben insanım, diyen her kese açıktır.
Bir Müslüman da bu dini yaymaya çalıştıkça yani duymayan veya bilmeyenlere ulaştırdıkça onun Allah katında ki mükâfatı artmakta ve derecesi yükselmektedir.
Ancak burada ki ince nokta; “tebliğ etmede (dini yaymada)” kesinlikle şiddet ve cebir kullanılmaması, ancak ikna metodunun uygulanması emredilmiş ve “Din de zorlama yoktur” buyrularak, sistem açıklanmıştır.
Bir Müslüman bir başka din mensubuna iyi davranmakla ve dürüst hareket etmekle yükümlüdür. “Bu adam başka bir dine mensuptur” diyerek onun hakkına tecavüz etmesi, onu kandırması ve aldatması mümkün olmadığı gibi, doğru da değildir.
DİN NEDİR?
Genel anlamda din; “İnsanın hayatında uyguladığı ölçüler manzumesidir.” Bir insan yerken – içerken, otururken – gezerken, çalışırken – dinlenirken, bekârken – evliyken velhasıl bütün hallerinde uyguladığı ölçüler o insan için din olmaktadır.
Müslüman, Allah’ın kendi mutluluğu için gönderilmiş bulunan İslam’ı hayatında tatbik etmeye çalışırken, İslam dışı fikir ve ideolojilere inanan bir takım insanlarda, o ölçüleri kendi hayatlarında uygularlar. Hatta “Ben dinsizim” diyen adamın da inandığı bir takım batıl fikirler vardır ki o da onun dinidir. Bu adama “Dinsizliği kendine din edinmiş” denilir.
Dindar demek, dinine düşkün insan demektir. Yani hayatta uyguladığı ölçüleri bir oradan bir buradan alan değil hepsini kendi inançları içinden devşiren adam demektir.
Ateş yakar, su boğar, zehir öldürür… Bunların etkilerini bilen bir insan elini ateşin içine sokabilir mi? Suya girer mi? Zehri içe bilir mi? İşte din’e iman da bunun gibidir.
Bir başka ifadeyle din; “Karada yaşayan canlıların havası, suda yaşayan canlıların suyudur” Karada yaşayanlardan havayı, suda yaşayanlardan suyu kaldırırsanız o canlının artık yaşayamadığını ve öldüğünü görürsünüz. İşte bir Müslüman için de din bu kadar elzemdir (lazımdır). Onsuz, Müslüman, hatta onsuz insan hayatta kalamaz ölür veya öldürülür. İşte yeryüzündeki savaşların, katliamların da özeti de budur.
Bazıları, “Ben Müslüman’ım” derken, yaşayışında İslam’a ait çizgileri pek göremezsiniz. Mesela Namazlarını düzenli kılmaz. Belki cuma namazlarına gider, diğer namazlarını kılmaz. Sorarsınız bu adama;
“Kardeşim cuma namazına niçin gidiyorsun?” O cevap verir.
“Allah emrettiği için…”
Peki dersiniz, demek ki Allah emrettiği için cuma namazına gidiyorsun. Hâlbuki Allah; “belli zamanlarda Allah’ı anın, rukû ve sucut yapın” emrini verirken ve Peygamberimiz bize beş vakit namaz kılmamızı, kendisi de kılarak gösterirken sen diğer namazlarını niçin kılmıyorsun?
Bu adam aslında, din diye inandığı ölçüler manzumesinde eksiklikler var, imanı zayıf ta onun için ibadetlerin biri var, biri yoktur.
DİN OYUNCAK DEĞİLDİR
Hâlbuki beş vakit namaz, bir Müslüman için vazgeçilmezlerdendir veya öyle de olması gerekir. Eğer bu adamın ibadetlerde bir zafiyet (eksiklik) varsa bu zafiyet, İmanda ki zafiyetinden kaynaklanmaktadır.
Adam Müslüman’dır, ama içki içmektedir. Faizcilik yapmakta, kumar oynamakta, hırsızlık yapmakta, zina etmekte, başkasının hakkını zimmetine geçirmektedir vb. Bu ve benzeri İslam dışı hareketler, o adamın inancında ki zafiyetini göstermektedir.
Bu yanlış hareketlerin bir kötü tarafı da, İslam’ı bu adamın şahsında gören bir takım art niyetliler, bu adamın eksikliklerini görerek güya İslam’ı tenkit etmelerine sebep olmasıdır.
İslam’ı inceleyerek kabul eden yabancılar, öyle bir arayış içerisindedirler ki İslam hangi sahada ne istemiş, ne emretmişse hepsini yapabilmenin gayreti içerisindedielr. Ve temennileri; “İyi ki biz İslam’ı inceleyerek kabul ettik. Sizin hareketlerini görerek kabul etmeye kalkışsaydık, İslam’a dönmezdik” demektedirler.
Bu ihtida edenlerin (İslam’a dönen) haykırdığı gerçek, belki birçok İslam’a dönmek isteyenlerin önünde bizler, birer kötü örnek oluşturmaktayız. Biz eksik noksan yaşayışımızla bir takım yabancıların hidayete erişmelerini engellediğimizi bilmeli ve bu büyük vebalden kurtulabilmek için “küçük menfaatlere, büyük dinimizi satmamalıyız”
Bu yazımın tamamlanması esnasında bütün okurlarıma tembihatım şu olacaktır.
“Sakının, İslam’ı; sanki otomobilinizde bir stepne lastiği gibi görmekten… Lazım olduğunda belki kullanırım, diye düşünmekten”
Siz İslam’a yani Allah’ın dinine ne kadar ilgi ve alaka gösterirseniz, Allah da hem bu gün ve hem de yarın mahşer yerinde size o kadar ilgi ve alaka gösterecektir.
Sizin dininiz, asla vazgeçemeyeceğiniz otomobilin kendisi olmalıdır.