Ne yüce Kur’an ne de O’nun Şerefli Elçisi, hiçbir insanı, İslâmiyet’i seçmeye zorlamamıştır. “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu (Nefse, şeytana, Allâh’a âit olmayan şeyler) reddedip Allâh'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.” (Bakara, 256) Allah Rasûlu aleyhissalâtu vesselam, peygamberliği süresince hem Mekke’de hem Medine’de tam yirmi üç sene boyunca, insanlara hiçbir şekilde kendi dînini dayatmamıştır, dîni hükümleri yaşama husûsunda da, asla kimseyi zorlamamıştır. Şaban ayının Sultânı, O mükemmel insan, her zaman insanları ikna yoluyla, sevgiyle, anlatarak, nasihatlerle dîne dâvet etmiştir. ‘Yahudi ve Hıristiyanlardan kim Müslüman olursa, o müminlerdendir; onlara olan ona da vardır. Onlara lâzım gelen onlara da lâzım gelir. Kim Yahudiliği ve Hıristiyanlığı üzere kalırsa, o dinden çevrilmez, sâdece cizye (vergi) vermesi gerekir.’ (İbni Hişam, IV c, s.326) Buyuran Peygamber aleyhissalâtu vesselam, o devirde Necranlılarla yaptığı anlaşmadaki şu teminatlar, bugünün insanına ne büyük ölçüler veriyor; ‘Necranlılar ve tâbîleri için malları, din ve cemaatleri, kilise ve mâlik oldukları diğer şeyler husûsunda, Allâh’ın himâyesi ve Muhammed’in teminâtı vardır.’ (Armağan Servet, İslam Hukûkunda Temel Hak ve Hürriyetler, Ankara, 1987, s.120) Nitekim târih şâhittir ki, İslam topraklarında kilise ve havralar hep korunmuştur. Ama şimdi zâlim, kâtil isrâil’in Gazze’de, yerle bir ettiği câmiler ve kiliseler vardır. Bu hal, isrâil’in ne kadar küçük ve barbar fikir ve icraatlara sâhip olduğunu göstermeye yetiyor.
Târih şu gerçeği kaydetmiştir ki, ecdâdımız fethettikleri yerlere din ve vicdan hürriyetini götürmüş, orada önceden yaşayanların inançlarına, kültür-örf ve âdetlerine asla baskı yapmamıştır. Herkes dîni inanç ve âdetlerini, büyük bir serbestiyet içinde ifâ etmişlerdir. Ecdâdımız zamânı vakti gelip de, o bölgeden ayrıldıklarında, yöre insanlarının dillerini, dinlerini, örf-âdetlerini hatta isimlerini bile değiştirmedikleri bilinen bir gerçektir.
Ancak bugün Filistin’de yaşanan ibretlik hâdiselere baktığımızda, lânetli Yahudiler, hem Filistinli kardeşlerimizin topraklarını işgal etmişler hem de oraların asıl sâhiplerini, o gün bugündür olmadık zulümlerle, işkencelerle, hapislere doldurduğu onca insana, insanlık şeref ve haysiyetine sığmayan eziyet ve işkenceler yapmışlardır ve hâlâ da yapmaktalar. Gazze’de ve Filistin’in diğer bölgelerinde, eşi görülmemiş soykırımlar icra edilirken, tüm insanlık ölümlere, zulümlere ses çıkarmamakla, bu büyük vahşete ortak olarak, dehşetli bir insanlık suçu işlemekteler.
Târih tekerrürdür denir, geçmişte Osmanlı bakiyesi olan bu küçük devletleri sömüren, bugün bir numaralı ‘hümanist’ geçinen pek çok ülke, sömürdükleri ülke insanlarının, kendi dillerini kullanmalarına dahi müsâde etmeyerek, yöre halkına yalnızca Fransızca ve İngilizce konuşmayı dayatmışlardır. Halbuki Osmanlı, fethettiği yerlerde, Osmanlıca konuşacaksın, Türkçe konuşacaksın diye hiçbir şekilde dayatma yapmamış, bölge insanlarını dil, din ve kültürde özgür bırakmıştır.
Ecdâdımızın azınlıklara uyguladığı kâidelerle, Batılıların azınlık haklarının mukâyesesi dahi yapılamaz. Yahudiler, Filistinlilerin memleketlerinde azınlık iken, zorbalık ve zulümlerle onları azınlık durumuna düşürmüş, hatta azınlıkların haklarını bile vermemişlerdir. Bu nasıl çarpık bir mantıktır? Osmanlıda gayrı-Müslimler; hukûki problemlerini kendileri çözerler, askerlik yapmaz, savaşlara gitmezlerdi. Adâlet ve güven içinde yaşarlar, sâdece devlete vergi (cizye) verirlerdi. Bir de bugüne bakın!!! Filistinli Müslümanlar kendi vatanlarında, esir ve tutsak olarak yaşıyorlar, evleri başlarına yıkılıyor hatta alçak isrâil, Filistinlilerin vatanlarını işgal ettikleri gibi evlerini de işgal ederek, oraya kendileri oturuyor, evin asıl sâhiplerini kovuyorlar, tarlalarındaki zeytin ağaçlarını söküp Filistinlilerin geçim kaynaklarını yok ediyorlar, bombalarla her türlü mekanları, târihsel birikimleri yıkıp, yakıyorlar. Günlerdir, aylardır bebekleri, çocukları, kadınları, engellileri, yaşlıları ve dahi sivilleri acımasızca katlediyorlar. Dertlere dermân, sadra şifa, İlâhî Adâletin Gerçek Temsilcisi Şanlı Rasul aleyhissalâtu vesselâm’ın hak prensiplerine bugün bütün insanların nasıl ihtiyâcı olduğu çok açıktır.
ADÂLET VE HZ. PEYGAMBER:
Doğru olmak, dengeli davranmak, hakkı yerine getirmek anlamlarında kullanılan adâlet, insan ve toplum ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde sürmesi için şart olan bir mefhumdur. Tersi ise, bugün adını sıkça duyduğumuz icraatların, sâdece seyredildiği, zulümdür. Bilindiği üzere haksızlık, hak tanımazlık, sınırı aşmak ve günah işlemek, zulümdür. Toplumu ayakta tutan, sosyal dengeyi sağlayan, insanı huzurlu kılan adâletten sapmak asla doğru değildir. İnsanlara en önce yerleştirilmesi gereken önemli bir özellik ‘vicdan’dır. Kişiyi adâletli kılan vicdânıdır. Bu hayâti konu, kutsal kitâbımızda çok geçer. Cenâbı Hak, kendi zatının âdil olduğunu, dünya ve ahrette herkese adâletle muamele edeceğini bildirmiştir. (Yunus, 47/Zümer, 67)
En kâmil davranışlarıyla, insanlığı kendine hayran bırakan, Hz. Peygamber aleyhisselam; ‘Suç işleyen kızım Fatıma dâhi olsa cezâlandırırım’ (Buhârî, Enbiya 54) sözüyle adâlet anlayışını tüm netliğiyle ortaya koymuştur. Adâlet husûsunda titizlik gösterilmesini isteyen, Rasûlullah aleyhissalâtu vesselam; ‘Kimseye zulmedilmemesini, zulme uğrayanın bedduasından sakınılmasını istemiş. Çünkü onun duasının kabul edileceğini’ belirtmiştir. (Buhârî, Mezalim 9, 35) Başka bir hadislerinde; ‘Birisinin hakkına tecâvüz ederek ona zulmetmiş kişinin, hak sâhibiyle hesaplaşmadıkça cennete giremeyeceğini’ buyurmuştur. (Müslim, İman 302)
Şu muhteşem ölçüler, Şaban ayının kahramânı, Kâinâtın Sultânı Peygamber aleyhisselâm’ın ölçülerinin âlemşümul olarak, bütün insanlığı kapsadığını gösteriyor. Bir de bugünkü dünyânın ölçülerindeki adaletsizliğe bakın. Yaşadığımız şu utanılası dünyâda, ne yazık ki, her türlü adaletsizlik kol geziyor. Zulümler hiç durmadan artarak devam ediyor. İnsanlığı kimselere bırakmayan, sözde insancıl devletler, isrâil’in sergilediği dehşeti-vahşeti yalnızca seyrediyor hatta destek oluyor. Zâlim isrâil topraklarını işgal ettiği Filistinlilere yapmadık zulüm bırakmadı. Son günlerde artık bankaları, döviz bürolarını, cafeleri basarak Filistinlilerin paralarını da hırsızlamaya başladı. Meşru müdafaa diye girdiği Gazze’de kendi gördüğü muamelenin otuz mislini yaptı. Bu mu onların adâleti? Yazıklar olsun. Konu yazmakla bitmeyecek. En iyisi biz, İnsanlığın Efendisinin ayı olan Şaban ayından herkese en güzel istifâdeler diliyoruz, efendim. Şu mübârek ayda, şefaate erişmek duâsıyla En Güzele emânet olunuz. Hayırlı Cumâlar.