Din insanların isteğine bağlıdır. Dîni tanıyıp kabul etmek yahut tanımayıp reddetmek insanın tamâmıyla kendi irâdesine bırakılmıştır. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 256) âyeti bir hakikatin ifâdesidir. Dînin bir seçim meselesi olması doğum ile ölüm arasındaki sürecin insan için bir imtihan hâdisesi olmasındandır. Nitekim bu gerçeği teyit eden âyeti kerimede “O, hanginizin daha güzel iş (amel) yapacağınızı denemek için ölümü ve hayâtı yarattı. O güçlüdür, bağışlayandır.” (Mülk, 2) buyrulmaktadır.
Bir tercih yapması gereken insan irâdesinde elbette ki özgür olması gerekir. Herkesin dîni tanıma ve kabul etme gibi bir zorunluluğu yoktur. Bu insanın kendi hür irâdesiyle yapacağı seçim ile alakalı bir düşünsel faaliyettir. Eğer böyle bir zorunluluk olsaydı o zaman bütün insanlar mü’min olurdu.
Cenâb-ı Hak kutlu önderine: “(Ey Resûlüm!), Eğer Rabb’in dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette îman ederlerdi. O halde sen îman etmeleri için insanları zorlayacak mısın?” (Yunus, 99) buyurmakla, Allah Teâlâ’nın Hak Dîni göndermiş ama inanmayı insanların kendi isteklerine bıraktığını anlatmıştır. Yine bu hakikati ifâde eden şu âyete de baktığımızda ayni gerçeği görürüz: “(Ey Peygamberim!) De ki: Hak, Rabb’inizden (gelmiş)dir. Öyle ise dileyen îman etsin dileyen de inkâr etsin…” (Kehf, 29)
Bununla berâber Cenâb-ı Hak insanları îman ve inkar husûsunda onların irâdelerini serbest bırakmasına rağmen insanları îman etmeye, sâlih amel işlemeye teşvik etmiş, inkar ve isyandan sakındırmıştır.
Yüce Yaratıcı tüm Peygamberleri aracığıyla insanlığa tevhid inancını ve ibâdet esaslarını vahiy etmiştir. Peygamberlerin hepsi insanlara Rabb’lerinden gelen Hak dîni anlatarak tebliğ vazifelerini büyük bir sabırla yerine getirmişlerdir. Hak dîni kabul edenlere Müslüman ismini veren bizzat Rab Teâlâ’dır. “...Gerek önceki (topraklarda) gerekse bu (Kur’an)da size Müslüman adını veren Allah’tır.” (Hac, 78)
Sâdece İslam dînine îman edenlerin değil diğer Peygamberlere îman edenlerin de adı Müslüman idi. Onları da şu âyetlerden anlıyoruz:
Nuh (AS): “..Bana Müslümanlardan olmam emredildi…” (Yunus, 72)
İbrâhim ve İsmâil (AS): “Ey Rabb’imiz! Bizi sana Müslüman olanlardan kıl…” (Bakara, 128)
Yâkup (AS): “..Oğullarım! Allah sizin için bu dîni (İslâm’ı) seçti. O halde sâdece Müslümanlar olarak ölün.” (Bakara, 132)
Musa (AS): “Ey kavmim! Eğer Allâh’a îman ettiyseniz eğer Müslümanlardan iseniz O Allâh’a güvenin, tevekkül edin.” (Yunus, 184)
İsa (AS) havârilerine: “… Biz Allah (yolunun) yardımcılarıyız. Allâh’a îman ettik. Şâhit olun ki biz Müslümanlarız.” (Âli İmran, 52)
Sözlerimiz şu muhteşem âyetlerle noktalayalım:
“Allah katında din sâdece İslam’dır.” (Âli İmran, 19)
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir…” (Âli İmran, 85)
Bir tercih yapması gereken insan irâdesinde elbette ki özgür olması gerekir. Herkesin dîni tanıma ve kabul etme gibi bir zorunluluğu yoktur. Bu insanın kendi hür irâdesiyle yapacağı seçim ile alakalı bir düşünsel faaliyettir. Eğer böyle bir zorunluluk olsaydı o zaman bütün insanlar mü’min olurdu.
Cenâb-ı Hak kutlu önderine: “(Ey Resûlüm!), Eğer Rabb’in dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette îman ederlerdi. O halde sen îman etmeleri için insanları zorlayacak mısın?” (Yunus, 99) buyurmakla, Allah Teâlâ’nın Hak Dîni göndermiş ama inanmayı insanların kendi isteklerine bıraktığını anlatmıştır. Yine bu hakikati ifâde eden şu âyete de baktığımızda ayni gerçeği görürüz: “(Ey Peygamberim!) De ki: Hak, Rabb’inizden (gelmiş)dir. Öyle ise dileyen îman etsin dileyen de inkâr etsin…” (Kehf, 29)
Bununla berâber Cenâb-ı Hak insanları îman ve inkar husûsunda onların irâdelerini serbest bırakmasına rağmen insanları îman etmeye, sâlih amel işlemeye teşvik etmiş, inkar ve isyandan sakındırmıştır.
Yüce Yaratıcı tüm Peygamberleri aracığıyla insanlığa tevhid inancını ve ibâdet esaslarını vahiy etmiştir. Peygamberlerin hepsi insanlara Rabb’lerinden gelen Hak dîni anlatarak tebliğ vazifelerini büyük bir sabırla yerine getirmişlerdir. Hak dîni kabul edenlere Müslüman ismini veren bizzat Rab Teâlâ’dır. “...Gerek önceki (topraklarda) gerekse bu (Kur’an)da size Müslüman adını veren Allah’tır.” (Hac, 78)
Sâdece İslam dînine îman edenlerin değil diğer Peygamberlere îman edenlerin de adı Müslüman idi. Onları da şu âyetlerden anlıyoruz:
Nuh (AS): “..Bana Müslümanlardan olmam emredildi…” (Yunus, 72)
İbrâhim ve İsmâil (AS): “Ey Rabb’imiz! Bizi sana Müslüman olanlardan kıl…” (Bakara, 128)
Yâkup (AS): “..Oğullarım! Allah sizin için bu dîni (İslâm’ı) seçti. O halde sâdece Müslümanlar olarak ölün.” (Bakara, 132)
Musa (AS): “Ey kavmim! Eğer Allâh’a îman ettiyseniz eğer Müslümanlardan iseniz O Allâh’a güvenin, tevekkül edin.” (Yunus, 184)
İsa (AS) havârilerine: “… Biz Allah (yolunun) yardımcılarıyız. Allâh’a îman ettik. Şâhit olun ki biz Müslümanlarız.” (Âli İmran, 52)
Sözlerimiz şu muhteşem âyetlerle noktalayalım:
“Allah katında din sâdece İslam’dır.” (Âli İmran, 19)
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir…” (Âli İmran, 85)