Hamd Alemlerin Rabbine, Salât ve Selâm Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) aline ve ashabına olsun.
O Allah ki insanı en güzel şekilde yarattı.
İnsana kalbinden ve aklından geçirdiğini açıklayan, içerisinde gizlediği şeyleri açan bir “Dil” İhsan etti. Dile Rabbine hamdetsin ve verdiği nimetlere şükretsin diye konuşma imkanını verdi.
Allah Teala İyiyle kötüyü, güzel ile çirkini, hak ile batılı ayırt etme yetisini de insanoğluna bahşetti. Böylece insan Karar verebilme ve tercih edebilme vasıflarına sahip oldu. İyiyi, güzeli, doğruyu ve hakkı tercih eden insanlar şerefli varlıklar oldular. Kötüyü, çirkini, yanlışı ve batılı tercih eden insanlar aşağılık varlıklar oldular.
Her şeyde güzel ve çirkin olduğu gibi dilin kullanımında da güzellikler ve çirkinlikler vardır. Bu yazıda “Dil” in tehlikelerini konu alacağız. Şunu iyi bilelim ki, dilin tehlikesi büyüktür. Onun tehlikesinden ancak susarak kurtulmak mümkündür. Bundan dolayı yüce dinimiz, susmayı övmüş ve teşvik etmiştir.
Muaz b. Cebel (radıyallahu anh) Resûlullah Efendimiz’e (s.a.v),
“Ey Allah’ın Resûlü, söylediklerimizden sorumlu tutulacak mıyız?” diye sorduğunda; Peygamber Efendimiz (s.a.v),
“Allah iyiliğini versin ey İbn Cebel! İnsanları yüzleri üstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin kazandığı günahtan başka ne olabilir?” buyurdu. (Tirmizî, İmân,8)
Diğer bir Hadis-i Şerif’te Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Ademoğlu sabaha ulaşınca, bütün âzaları dile şöyle derler: Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Gerçekten sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Eğer sen doğruluktan saparsan biz de saparız.” (Tirmizî, Zühd, 60)
İmam Gazali Hazretleri (Rahmetullahi Aleyh) Dilin tehlikelerini afet olarak nitelendirmiştir. Nitelendirdiği afetlerden Münakaşa ve Mücadeleyi konu edineceğiz.
Başkasının sözüne yapılan her itiraza münakaşa denir. Bu itiraz ya lafızda ya mânada ya da konuşanın maksadındaki eksikliği belirterek olur. Münakaşayı terk etmek, inkâr ve itirazın terkedilmesiyle mümkündür. Dolayısıyla işittiğin her söze bak; eğer hak ise onu tasdik et; dinî emirlere ters, bâtıl ve yalansa ondan hiç bahsetme.
Mücadele ise başkasını susturmaktan ibarettir. Bu da, konuşmasını kötüleyerek onun âciz ve noksan olduğunu ifade etmek, onu kusurlu ve o konuda cahil olarak tanıtarak küçük düşürmektir. Mücadelenin alâmeti bir yandan hakkı beyan eder gibi yapıp diğer yandan karşı çıktığı kimseyi küçük düşürmektir. Bu sayede kişi muhatabının noksanlığını açığa vurarak kendi nefsini üstün göstermek gayretindedir. Bundan kurtulmanın yolu ise, sustuğu takdirde günaha girmeyecek olduğu konularda susmayı tercih etmektir.
Mücadeleye insanı teşvik eden sebep kısaca şunlardır:
1. Kendisinin faziletini ortaya koymak: Bu davranış nefsi temize çıkarmaktır. Kulun böbürlenme ve üstünlük iddiasının yansımasıdır. Halbuki üstünlük ve büyüklük Allah’ın sıfatlarındandır.
2. Başkasını noksan görmek: Bu da insan tabiatındaki yırtıcılık sıfatının bir yansımasıdır. Başkasını parçalamayı, kırmayı, küçük görmeyi ve eziyeti beraberinde getirir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Münakaşayı bırakın. Zira onunla konuşulan şeyin hikmeti anlaşılmaz ve fitnesinden emin olunmaz”. (Taberani, İbn Ebu’d Dünya, Kitabu’s Samt.)
“Bil ki kul, haklı bile olsa münakaşayı terk etmediği müddetçe imanın hakikatini tadamaz.” (Ziyade ile beraber, Ahmed, Müsned, 2/352,353,364)
Münakaşa ve mücadele, yararlanmak gayesiyle birlikte nezaket çerçevesinde olmazsa tehlikeli bir hastalıktır. Bu hastalığın tedavisi, kendisini üstün göstermeye sevk eden kibrini kırmak ve karşıdakini noksan göstermeye sebep olan yırtıcılık sıfatını söküp atmakla mümkündür. Her hastalığın tedavisi, o hastalığa sebep olan şeyden uzaklaşmakla mümkün olur. Münakaşaya devam etmek kişide adet haline gelir. Bu hastalık nefsinde yer tutar ve bundan kurtulmak çok zor olur.
Rivayet edilir ki, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe (rahmetullahi aleyh), önceleri ilim halkasına katılıp daha sonra da terk eden Davud-i Tâî’ye (rahmetullahi aleyh),
“Niçin inzivaya çekildin (halktan ayrıldın)?” diye sordu; Davud-i Tâî,
“Mücadeleyi terk etmek sûretiyle nefsimle mücâhede etmek için” dedi. Ebû Hanîfe (rahmetullahi aleyh),
“İlim meclislerine katıl, anlatılanları dinle, ancak konuşma (işte senin nefsini kuracak mücahede şekli)” dedi.
Davud-i Tâî der ki:
“Ben de öyle yaptım; gerçekten nefsim için bundan daha güç gelen bir mücâhede görmedim”
İşin hakikati Davud-i Tâî’nin dediği gibidir; çünkü başkasından bir hata işiten kimsenin, onu ortaya koymaya gücü yettiği halde sabretmesi gerçekten zordur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Haklı olduğu halde münakaşayı terk edene, cennetin en yüksek yerinde ev inşa edilir. Haklı olmadığı halde münakaşayı terk edene cennetin ortasında ev inşa edilir.” (Ebu Davud, Edeb, 7)
Bu sevabın verilmesi, böyle bir durumda mücadeleyi terk etmek nefse ağır geldiği içindir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur:
“Dilini Müslümanları kötülemekten çeken ve hata edeni gücü yettiği en güzel üslûpla uyaran mü’minlere Allah (celle celâluhû) rahmet etsin”
Hişâm b. Urve (radıyallahı anh) der ki: “Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu sözünü yedi kere tekrar etti.
İnsanda gazap, kibir, gösteriş, makam sevgisi, kendini üstün görmek gibi sıfatlar hâkim olduğu zaman, insan bunlardan kurtulmaya güç yetiremezsiniz. Bu huylardan birini temizlemek için büyük bir gayret ve mücahede isterken, insan hepsiyle nasıl baş edebilir?
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Dilini tutan kurtuldu” (Tirmizî, Kıyâmet, 50/2501)
Kurtulanlardan olmak ümidiyle. Allah’ın rahmeti bereketi üzerinize olsun.