“Milletleri büyük yapan, san’atta, ilimde, fende, fikirde, coğrafyada fetih düşüncesi ve inancıdır. Bu îmandan ve düşünceden mâhrum olan cemiyetler, bütün ümidini kaybetmiş bir ferdin ruh hâli içinde intihara yönelir. Ne yazık ki bu günkü Türk cemiyetinin böyle bir hastalıkla ma’lûl bulunduğunu düşündürecek bütün sebep ve sâikler mevcut gibi gözüküyor.
Ahlâktan siyâsete, ekonomiden teknolojiye, eğitimden spora varana kadar her sahada uğradığımız başarısızlıkların, taklitçilik ve moral bozukluğunun arkasındaki ana sebeb bu fetih ruhundan mahrumiyettir. Dildeki bozgunu, zevksizliği ve perişanlığı da bu mahrumiyetin bir sonucu saymak gerekir. (Dilâver Cebeci, Türk’e Dair, sf. 33)
29 Mayıs 2008 yılında vefat eden Türkiyem’in Şairi, Yazar, Akademisyen Dilâver Cebeci, çok yönlü bir edebi şahsiyetti. Mizahi ironik yazılarda da ustaydı.
DEVRANNAME, SEYRANNAME eserleri, bu alandaki seçkinliğinin göstergesidir. Edebiyatımıza Seyyah-ı Fakîr Evliya Çelebi mizahî tipini kazandırmıştır.
Dilâver Cebeci’nin sanatının hususiyetleri hakkında, Şeyhü’l Muharririn Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi’nde şunları yazar:
“Tarihimize, İslâm’a, Türk’ün büyük macerasına, millî sanat, düşünce ve geleneklerimize aykırı, ‘devrimci, Batı’cı, çağdaş vs.’ gibi sıfatlarla anılan yıkıcı akımlara karşı, Cebeci, birçok şiirinde, isyan edici, aşağılayıcı hicivler yöneltmiştir. Nitekim ‘Ekran İçin Senaryo’ adlı parçada, onları, ünlü çocuk ninnisindeki ‘Danalar’a benzetmektedir.”
“(…)Ana lahana derdindeydi:
Ana sallanıp duruyordu beşikle beraber;
“Dandini dandini dasdana.
Danalar girmiş bostana;
Kov bostancı danayı,
Yemesin lahanayı…”
Ne lâhana kalıyordu bostanda,
Ne maydanoz, ne tere…
Boynuzları göğü delen mutlu, semiz öküzler,
Danalara öğüt veriyordu;
Danalar taptaze fidanların
Tâ kökünü yiyordu…
Bostancı tombul bir korkuluk gibi
Bostanın tam orta yerinde
Sorudup duruyordu..
Bembeyaz başörtüsünden ananın
Yedi, renkli pullar sallanıyordu;
Bebek pulların şavkına can atıyordu…
Ana lahana derdindeydi:
Ana sallanıp duruyordu beşikle beraber;
“Dandini dandini dasdana.
Danalar girmiş bostana;
Kov bostancı danayı,
Yemesin lahanayı…”(…)
Baş dana dedi ki birdenbire:
“Artık burda bitti işimiz;
Gelin başka başka bostanlara gidelim,
Bebekler yetişmeden yirmibirinci yüzyıla,
Biz yeni talanlar edelim…..
Şimdi danalar ekranda bostandan bostana,
Çağdan çağa atlıyordu……
Uyanmıştı orta yerdeki tombul bostancı
İp atlıyordu…
Bebek yumuyordu gözlerini
Cennet armağanı düşlere, bebek sessiz uyuyordu….
Ana hâlâ lâhana üstüne ninniler söylüyordu.” (…Ve Sığınırım İçime)
…
Eserlerinden Devranname için Prof. Dr. Şaban Sağlık; “Türk insanını coşturmakla kalmayıp, gülümsetmeyi de başarmıştır. Türk sosyal hayatına bir 16. Yüzyıl Osmanlı vatandaşı (mesela Evliya Çelebi gibi bakarak, bu hayatın Türk kültürüne yabancı yönlerini çok hoş bir üslupla hicvetmiştir)” demektedir. (Edebice Dergisi, Sayı: 3, Eylül-Ekim 2016)
Şimdi, Devranname’den bir misal getirelim.
Evliya Çelebi, tembelizasyonda (televizyonda) gördüğü bir orkestrayı nasıl tasvir ederdi görelim. Ellerinde kemanlar olup, önlerinde bir rahle ile onların üzerinde bir defter olan âdemlerden bahsediyordu Çelebimiz.
Derken bir garip kıyafetli âdem geldi ki.. “kaftanının arkası beline kadar yırtık fakir bir kimesne idi. Elinde dahi davulcu çubuğuna benzer uzunca bir çöp tutardı. Temâşâ iden ehâliye dönüp bir iki defa rükû eyledükte, ehâli bu âdemi öyle alkışladı kim gürültüden gûşlarım sağır olayazdı. Ba’dehû ellerinde keman tutan âdemlere dönüp çubuğun hevaya kaldurur kaldurmaz anlar dahi kemanlarını çalmaya başladular. Etrafa öyle bir sada neşroldu kim ger üç kat bir mehterin zurnaları ötmeye başlasa ancak bu kadar sadâ çıkardı. Bu eli çubuklu pişdar kendünden geçip, o denlû tepinmeye başladı kim, ben bu zavallının aklını zail ittüğüne kanaat getirüp ziyâde rahmeyledüm. Tefekkür eyledüm ki, bu divaneye tâbi olan diğer kemaniler andan farksızdır. İcra eyledükleri makam ne hicaz, ne mâhmur ne de diğer makamlara benzer idi. Arka tarafta beş-altı âdemin elinde, İsrafil aleyhisselam suruna benzer ulu borular olup, arada bir onları nefha ile öttürüp, kemânilerin sadâ vahdetini bozmaya gayret iderlerdi. Ol vakit bu divânelerin pişdarı BAŞ DİVANE elinde çubuk ile onlara ‘Münasebetsizlik eylemen’ der gibi işaretler idüp sükût itmelerini sağlardı. Tanrı Teâlâ Şahidimdir kim, ben hâkir bu mûsîkiden bir şey fehmidemedüm. Ademe gaflet uykusu viren berbâd bir mûsikidür.” (Devranname, Panama Yayınları, 2017, sf. 18-19)
Cümle erkek taifesi gibi, Seyyah-ı Fakîr Evliya Çelebi’nin bıyıkları önemlidir. “Bıyık Vakası” hikâyesinden:
“Hakir dâima hattın tıraş idüb, bıyıkların koyverür. Vü dahi bıyıklarım, Şam, Hicaz; Yemen, Mısır, Eflâk, Boğdan, Efrenç, Engürüs ü daha böyle nice memâlikte benâm(meşhur) olup, her yaz Pâris, Viyana, Beç, ne var ne yok gibi şehirlerden sefineler dolusu kâfir avretleri onları temâşâya gelürler. Lâkin DUR-İ-ZİM vekâleti bıyıklarımın kadrini bilmez. Her ne ise, hakir tekebbür ü tefahürden (kibirlenme ve öğünmeden) hazzitmem.”
Seyrânnâme kitabından iki örnek:
Kimi kurultaylar ve değerlerine yabancılaşmış bazı kadınlar farklıdır. Dili uzundur Seyyah-ı Fakîr Evliya Çelebi’nin:
“Son eyyâmda diyâr-ı Türkün zimmî tâifesünden bir alay kösnekler, koncolozlar, molozlar ü yellozlar kendülerüne “Avret” sıfatun yakışdurup bir yirde kendülerünce divân kurdular. Bunlar âresünde bu misillû divânlara GÜRÜLTAY dinür. Çün kim burada nice mâlâyâniler söylenüb ulu gürültüler çıkarılur. Ânın içün Gürültay dirler.” (Seyrânnâme’den)
Kulak verelim, Hazret “trafiğimiz” hakkında ne söyler:
“Şol tırafik” kelimesi vâsıta vü insan seyr ü seferi hakkında isti’mal olunan bir kelîmedür. Şöyle kim: Ulu şehirlerde begayet vâsi’ caddeler olup, bu caddelerden seyl misâli ÖTEBAS, TAKASÎ, KİMYON, TİRELİ HABÎS gibi birçok vesâit geçüb âdemlerin geçmesüne aslâ fırsat virmezler.
Lisâniyât ulemâsına göre bu trafik kelîmesünün aslı, DÜRREFÎK’ imiş. Dürr, zebân-ı fârisîde inci dimek olup, bâlâda zikridülen selâhiyyetlü âdemlerün başlaruna beyâz serpûş giymelerü vü ekserisünün REFİK isminü taşımalaru sebebiyle “İnci Refik” ma’nâsına “Dürr Refik” dirler imiş.
Kurûmî kabîlesi ulemâsı bu izâhı ma’kul bulmayup şöyle i’tiraz eylemüşlerdür: “İş bu isim temâmen Türkî’dür. Bu cadde kavşaklarunda duran beyaz serpûşlu âdemler, piyâdelerü ve vâsıtalaru durdurur iken şöyle hitâb iderler. Dur yâ refik! Ya’ni dur ey arkadaş dimek isterler. İşte bu hitâb, muhasaran “Durrefik” ba’dehû “tırafik”e inkılâb itmişdür.”
Ruhu şâd olsun.