Dil ötesi

Hüzeyme Yeşim Koçak

Alman, Amerikan gibi İngiliz hayranlığı, nüfuzu da çok konuşuldu.  Hatta çeşitli dönemlerde ülke ileri gelenleri, bu tutkunluğu had safhaya dışarı taşırmakla, hıyanetle suçlandı. Oysa mesela Cumhuriyet kurucularını hainlikle itham edenlerden kimi, başı sıkışınca soluğu Londra da almıştı. İngiliz gölgesinde soluklanmak bir başkaydı.

Daha 1913’lerde Türkiye’yi ziyaret eden ve izlenimlerini 1915 senesinde Daily Telegraph gazetesinde yayınlayan İngiliz kadın gazeteci Grace Elison, İngiliz kelimesine yüklenen anlam ve “müthiş itibarla” ilgili şunları söylüyordu:

“Asya’nın göbeğindeki bu diyarda ‘İngiltere’ neredeyse insanüstü bir anlam taşıyor. ‘İngilizlerin bizim için kanlarını döktüğünü asla unutmayız; asla!’ demişti bir gün Türk veliahdı. İngiltere onlar için iyilik, dürüstlük ve adalet demek. İngiltere sihirli değneğiyle her şeyi yoluna sokabilecek bir iyilik perisi adeta. Çocuklarının bakımı için biri İngiliz biri Fransız iki mürebbiyesi olan ailelerde İngiliz mürebbiyeye güveniliyor; çocukların yanında o uyuyor, giysilerini o alıyor, kısacası annenin yapamadığı her şeyi İngiliz mürebbiyenin yapması tercih ediliyor. ‘İngiliz Hanım söylediyse inanırım’ diye bir deyim var ve bunu kendi kulaklarımla duydum”( Grace Ellison, İstanbul’da Bir Konak ve Yeni Kadınlar, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2009, sf. 116)

Bugünse sorun daha ağırlaşmış ve giriftleşmiş olarak sürüyor; cemiyetin muhtelif tabakalarına yayılmış ve genişlemiş tazyik çeşitleniyor. Neticede bir maneviyat diline de saldırılıyor.

 Yabancı hayranlığının, aşırı meftuniyetin göstergelerinden başlıcası, dil öğrenimi öğretimiydi. Ülkemizde, yabancı dil öğrenme talebi,  şahsî kültürel bir zenginleşme vesilesinin ötesindeydi.

Küllî bir Garp ve Avrupa hayranlığı sonucunda; mevcut uygulamalar, melezleşmeğe, yabancı kültürü içselleştirmeye sebep olduğu gibi; öz kültürümüz de savunmasızlaştı. İstiklâlinden, vatanına, bayrağına, tarihine kadar, kavramlar üzerinde bir tartışma, çiğneme, indirgemeye maruz kaldı.

Hariçte dış mekânlar, isimlerinden tutunuz da yabancılaştırılırken, bir iç mekân olan kalbimiz de, payını aldı.

Kabul etmeli ki değerlerimiz üzerinde en etkili tahribatlardan biri, muhafazakârlarımız zamanında gerçekleşti. Batının bazı projeleriyle, söylemleriyle; programlarımız hedeflerimiz arasında inanılmaz çakışmalar, buluşmalar ortaya serildi.

Sözgelişi devletin her köşesinden, bastıra bastıra Öcalan’ın faziletleri(!),  demokratik(!) haklarına dair dehşetengiz sözler; yeni yepyeni yepYENİK iktidarlardan başka nerede duyulabilirdi.

Bazı siyasî faaliyetler apaçık, saygısızca egemen devletlere onaylatıldı, aferinler alındı, hizalanıldı. Kurtuluş reçetesi zaten hep oradaydı.

Böylece maskeler, peçeler, kılıflar; günün şartlarına göre değişse de, “kapitalist, bilme ne” diye yaftalanan kesimlerle; anlı şanlı dindarlar küreselcilikte, taklitte, yo(lsu)zluk ve çağdaş bir uyarlamada birleşti.

Lükste, israfta, şiddette, gizli -aşikâr günahı normalleştirme, davranışları benliğe göre ayarlamada benzeşildi. Sadece dış kıyafet, beden örtüsü, yapay ibadetler, ruhu kurtarmaya yetebilir miydi?

Dillendirmeyle eylemleşme arasındaki mesafe, uçurum bir türlü giderilemedi. Hastalık toplumun tüm kesimlerini sarmıştı. Dinî kisveye bürünmüş, şamatacı çığırtkan davetle, mevcut duruş birbirini nakzediyordu.

Dolayısıyla gerçek anlamda İslâmi bir sunum ortaya çıkmadı.  Kalplerin lisanı da yabanlaşmış ve değişmişti. Beyinlerse sanki kireçleşmişti.

Dayanılmaz bir baskı ve algı oluşumuyla; muktedirlerin dili olarak İngilizce öğrenimi, anaokullarına kadar indi. Beşiktekilere öğretmek için bile tavsiyeler hazırdı, mama gibi vitamin(!) benzeri verilecekti.

Akademisyenler yabancı dil cenderesine sokuldu. Sanki bütün topluma şakır şakır İngilizce konuşturursak, “muasır medeniyet seviyesine” çıkıverecektik.

Ve her seviyeden, anadilini kullanmada, mâl etmede özensizlik görüldü. Âdeta bir kabile diliymiş ve mensuplarıymışız gibi, Türkçemiz 300-500 kelimeyle konuşulmaya başlandı. Ruhlar da tutuk, sıkışmış kalmış ve kekemeydi.  

Bu kadar üzerinde durulan, belki kendi lisanımızı kaybetme pahasına önem verilen, önde tutulan; yabancı dil öğreniminde kalitesinde, arzu edilen bir aşama kaydedilemedi.

Basında çıkan bir haber, bu olgunun teyidiydi sanki:

“İsveç kökenli ‘EF Education First (EF) adlı uluslar arası eğitim şirketi, ana dili İngilizce olmayan 750 bin insanı referans alarak ülkeleri İngilizce becerilerine göre sıraladı. Sıralamada Danimarka, Hollanda ve İsveç ilk 3 sırada yer alırken, onları Finlandiya, Norveç, Polonya ve Avusturya izledi. Almanya 10’uncu, Malezya 12’inci, Singapur 13’üncü, İsviçre 18’nci, Japonya 26’ıncı, Fransa 29’uncu ve Çin 37’inci sırada. İngilizce yeterlilik düzeyiyle ilgili yapılan sıralamada Türkiye 24 Avrupa ülkesi arasında sondan birinci, 63 ülke arasındaysa 47’nci sırada. Türkiye’nin notu ‘Çok Düşük Yeterlilik’ düzeyinde. Orta düzeye tekabül eden İngilizce notu 56,93’ken Türkiye’nin notu 47,80.”

Acı ama gerçek.                                                                                    

 

HÜZEYME YEŞİM KOÇAK

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.