Sevgili çocuklar,
Her sahanın (doktorluk, hukuk, ziraat, ekonomi vb - ve bunun gibi) kendine ait bilgisi ve ilmi vardır. Her kim hangi sahada ilerlemek isterse o sahada incelemeler ve araştırmalar yaparak, kitaplar okuyarak, eğitim alarak kendini geliştirir.
Ancak, “ben bilgiliyim” diye gururlanmak, caka satmak, başkalarını küçük görmek kötü bir şeydir, gerçek bilgi sahibi olamamaktır.
Gerçek bilginler, yeni yeni şeyler öğrendikçe kendi ilminin (bilgilerinin) çok az olduğunun farkına varırlar.
Bakın bir büyük âlim(bilgin) ne diyor.
“Ben bir şey biliyorum ki o da hiçbir şey bilmediğimdir”
Bir başka âlim ise; “Bilmediklerimi ayağımın altına alsam, başım göklere değerdi” demektedir.
Mevlana Hazretleri Mesnevi isimli eserinde bu konuda bizlere şöyle bir kıssa (hikaye) anlatmaktadır.
GURURLU BİLGİN
Kendini ilmini beğenmiş bir dil bilgini (edebiyatçı) gemi ile seyahat ediyordu.
Gemiyle gidilecek hayli yol uzundu. Dil üzerine çalışan bilginimiz de gemide konuşmadan duramıyor, dilini çalıştırma ihtiyacı duyuyordu
Dil bilgini, gemiyi idare eden gemiciyle konuşmaya başladı.
Senin adın nedir? Nerelisin? Kaç yıldır gemicilik yapıyorsun? Gibi sorular sordu, ondan cevaplar aldı.
Bu arada kendi bilgi sahasına dönerek gemiciye sordu;
''Sen” dedi. “Hiç dil bilgisi okudun mu?'' Gemici biraz da hayretle;
''Hayır, okumadım'' dedi. Dil bilgini bunu üzerine;
''Eyvah… Ömrünün yarısı boşa geçmiş'' dedi.
Gemici, dil bilgininin bu davranışından rahatsız oldu ama sesini çıkarmadı. Kızdığını belli etmedi.
Konuşmaları dereden – tepeden devam etti.
Yol uzundu ve uzakta kara bulutlar görünüyordu.
Gemici, bu bulutların yanı sıra fırtınanın da çıkacağını biliyordu. İçinde bir endişe vardı. “Ya fırtına gemiye bir zarar verirse, gemi alabora olursa (yan yatarak batarsa), ne olacaktı?”
Nitekim bir zaman sonra, denizde fırtına çıktı. Rüzgâr ve dalgalar gemiyi bir oyana atıyor, bir buyana… Gemi bir girdaba (bilinmeze doğru) doğru sürüklüyordu.
Dalgalarla boğuşan gemicinin, gözü birden dil bilginine takıldı.
SEN YÜZME BİLİYORMUSUN
Gemici; “Bu şımarık dil bilginine bir ders vermenin zamanı geldi” diye düşündü ve
Fırtınanın uğultusu, dalgaların şırıltı sesleri arasında daha yüksek sesle sordu:
''Hocam sen yüzme bilir misin?''
Dil bilgini korku içindeydi. Gemi bu fırtınada batarsa, bu büyük denizin ortasında ne yapardı? Büzüldüğü yerden cevap verdi;
''Hoş sözlü, güzel yüzlü gemici ben yüzme bilmiyorum'' dedi. Bu sefer Gemici;
''Yazık olmuş hocam” dedi. “Bak. Şimdi ömrünün tamamı gitti. Çünkü gemi bu girdaptan (anafor) kurtulamaz, batar'' dedi.
Zaten korku içerisinde büzülmüş duran Dil bilginini bu sefer büyük bir korku aldı. Her tarafı zangır zangır titremeye başladı.
Ama bir müddet önce gemiciyi küçük görmenin cezasını çektiğini de anladı.
BU KISSADAN NE ÖĞRENDİK
Her kıssanın bize öğretmek istediği bir ders vardır. Bu kıssadan da şöyle bir ders çıkartabiliriz.
Dil bilgininden maksat, dedikodudan ibaret (basit konularda bilgisi olan) ilmine mağrur olan ve hiç kimseyi adam yerine koymayan gafil (yaptığından habersiz) adamların sonunda nasıl pişman olduğudur.
Böyle lüzumsuz bilgilere sahip olanlar, o bilgiyle dünyada biraz işe yarasalar da, hayat gemileri ölüm girdabına girince o bilgilerinin bir işe yaramadığını anlarlar.
Her insanın (eninde – sonunda) tadacağı ölüm girdabında da ancak, âhiret bilgisine vâkıf olanlar (bilenler) yüzerek kurtulabilirler.