Geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunan İslam dünyâsında irili ufaklı birçok devlet var. Bu devletlerin çoğu daha önce Osmanlı’nın güvenli çatısı altındayken ondan ayrıldıktan sonra bir türlü istikrarlarını kuramamış, âdil yönetimler iş başına gelememiştir. Bu İslam devletleri dışarıdan bakıldığında sâdece adı İslam olarak kalmış birçoğu yaşantılarıyla hep İslam dışı olmuştur. Bir milyarı aşan nüfusuyla dünyânın en zengin petrol kaynaklarına sâhip olan Müslümanlar ne yazık ki ekonomik yönden kalkınmayı yakalayamamış ve bugün geri kalmış ülke damgasını yemiştir. Kalkınma ve refah düzeyinin düşüklüğü ile berâber birçok rejim deneyimleri geçirmiş olan bu ülkelerde yaşayan insanlar, dünyâdaki gelişimin farkına vararak artık değişikliklerin kendilerinde olması istemiyle canları pahasına meydanlara dökülerek bu taleplerini ortaya koymuşlardır. Bu talepleri, oryantalist bir mantıkla değil doğru bir mantıkla değerlendirmek icâp ediyor.
İslam coğrafyasında yaşayan insanları iki şekilde değerlendirmek mümkün: 1.Sömürge olarak hayâtiyet kazanmış sonra bağımsız olmuş ülkeler; bu ülkelerde bugün hâlen sömürü düzeni bir şekilde devam etmektedir. Bu ülkelerde halkın istekleri ve mutluluğu değil sömüren devletin istekleri doğrultusunda hareket eden iktidârın huzuru, mutluluğu ve yalnız onun zenginliği hedeflenir. Bu ülkeler kendileri bağımsız devlet olma sürecinde toplumsal destek ve halkın milli irâdesinin tecelli ettirilmesinde hep krizler yaşamışlardır. Devleti idâre etme noktasında çok çeşitli modeller uygulamışlardır. Bu aşamada Sosyalizm sisteminden güya İslâmî(!) sisteme kadar değişik modelleri denenmiş ama baskıcı, totaliter, katı bir laiklik anlayışıyla devleti yönetmek bu ülkelerin şaşmaz politikaları olmuştur. Halkı sürü gibi görerek hep ezmiş, fakir ve işsiz bırakmış iktidarlar kendi huzurları için halkını hiçe saymışlardır. Bu Allâh’a revâ mıdır?
2.Kendi geleceklerini kendileri oluşturan ülkeler; Türkiye gibi sancılı ve sıkıntılı bir demokrasi anlayışı içerisinde yine halkına baskılar uygulayan, sıkıştığında askeri dikta rejimlerini idâreye dâvet eden, bir avuç seçkin elit azınlığın çıkarları doğrultusunda devletin tüm mekanizmalarını halkın aleyhine kullanan yine katı bir laikliğin hâkim olduğu bir sistem hâkimdi bu ülkelerde. Dünyâdaki gelişmelerden etkilenen bu ülkelerde de demokrasinin doğru bir şekilde uygulanması mücâdeleleri hâlen devam ediyor.
Batı dünyâsı, İslam dünyâsına öteden beri her zaman küçümseyici, ezici, yok edici bir edâyla bakmış. Son yıllarda bu yanlı ve sorunlu bakışı özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra daha da düşmanca bir hâle büründürüp Müslümanlarla terör kavramlarını özdeşleşerek kullanmaya başlamıştır. Bu durum Avrupa’da, ABD’de ve dünyânın diğer ülkelerinde İslamafobi şeklinde bir korku üretilmeye dönüşmüştür. Batı ve ABD Müslümanları hep kendine tehdit olarak algılamakta. Bu menfi korku sebebiyle Müslümanları sindirmek için onların üzerinde oynanan oyunların farkına varılmasın diye çeşitli entrikalar çevirmektedir. Ülkelerini basit bahânelerle Irak gibi Afganistan gibi âlenen diğerlerini de gizliden işgal edip zengin petrol kaynaklarını ele geçirmekteler.
Dünyâdaki gelişmeleri ve Arap dünyâsındaki değişim istemlerini doğru okumak gerekli. Batı ve yandaşları İslam coğrafyasındaki demokrasi taleplerini doğru okuyamamakta hemen bir bahâneyle petrol kaynaklarına konma hesapları yapmaktalar. Meseleye bir türlü insâni açıdan yaklaşmak istemiyorlar. Müslümanların bu hâle gelmesinde baş sorumlu, onları doğru şekilde temsil edemeyen yönetimlerdir. Bu vahim durumla birlikte Bu ülkelerdeki geri kalmışlık dinle veya Arapların kabiliyetsizlikleriyle izah edilemez.
Yönetimi değiştirmek adına verilen bugünkü mücâdeleleri azim ve kararlılıkla sürdürmek yanında geçmişi de doğru değerlendirip dersler çıkarmış olarak devam ettirmek gerekir. Bunun için basiret, ferâset ve donanım şart. Akıllı, uyanık ve zekice en doğru sistemi getirmeli. Gelişmiş ülkelerdeki demokrasi ve güvenlik dengesinin işlemesindeki fırsatları görmeli, eğitim ve fikir hürriyeti hususundaki doğru yapılanmaları araştırmalı, medyanın doğru işlemesi sağlanmalıdır. Sosyal devlet olma yolunda gelir adâleti, ekonomik kalkınma, işsizliğin yok edilmesi, kaynakların iyi değerlendirilmesi olmazsa olmazdır. İslam ülkeleri halkının isteklerine önem veren, dînî inanç ve değerlere saygılı demokratik talepleri tehdit olarak görmeyen ve problemleriyle cesurca yüzleşebilen bir duruma gelmeli. Bu bağlamda bir kere İslam ülkelerinde yaşayan Müslümanların, dinlerini Batılıların gizlice yerleştirdikleri gibi bir tehdit olarak algılamamaları gerekir. Batı ne yazık ki Müslümanlara kendi dinlerini bir öcü gibi gelişmelerini engelleyen bir tehdit unsuru olarak lanse etti. Kendileri ise dinlerini özgürce yaşadılar. İnsan mutluluğunun önüne set çeken hukuk sistemleri demokratik olamaz. Demokrasi iç huzûra ehemmiyet veren bir sistemdir. İnsanın iç huzuru da ancak dinle sağlanabilir. Dinle ilgili bütün yasaklamalar iç huzûru bozar. Dolayısıyla demokratikleşme sürecinde olan tüm ülkeler sistemlerinde bu tabi gerçeği vâr etmeliler. Dindarlıkla demokratikleşmeyi birleştiren, ekonomik gelişmeyi hedefleyen ve bunu devamlı kılan bir model gerekli İslam ülkelerine. Bunları gerçekleştirirken Batıyla ve diğer şer güçlerle iyi ilişkiler de şart. Değirmene su taşırken dökmeden, taşırmadan başkaları da pek fark etmeden yapılması en akıllı olandır. Tabi bunlar bir reform silsilesi gerektirir. Demokratikleşme sürecinde zaman kazanmak için barışçıl dış politika izlenmesi gerektiği de açıktır. Zira kurulan düzene zıt bir dış politika değişen dünyada hep problemler oluşturur.
Her çeşit problemin üstesinden gelinmesi ve âdil düzenin kurulmasında yüce Yaratıcı güç ve gayret bahşetsin tüm Müslümanlara diyerek bitirelim efendim. Hürmetler.
İslam coğrafyasında yaşayan insanları iki şekilde değerlendirmek mümkün: 1.Sömürge olarak hayâtiyet kazanmış sonra bağımsız olmuş ülkeler; bu ülkelerde bugün hâlen sömürü düzeni bir şekilde devam etmektedir. Bu ülkelerde halkın istekleri ve mutluluğu değil sömüren devletin istekleri doğrultusunda hareket eden iktidârın huzuru, mutluluğu ve yalnız onun zenginliği hedeflenir. Bu ülkeler kendileri bağımsız devlet olma sürecinde toplumsal destek ve halkın milli irâdesinin tecelli ettirilmesinde hep krizler yaşamışlardır. Devleti idâre etme noktasında çok çeşitli modeller uygulamışlardır. Bu aşamada Sosyalizm sisteminden güya İslâmî(!) sisteme kadar değişik modelleri denenmiş ama baskıcı, totaliter, katı bir laiklik anlayışıyla devleti yönetmek bu ülkelerin şaşmaz politikaları olmuştur. Halkı sürü gibi görerek hep ezmiş, fakir ve işsiz bırakmış iktidarlar kendi huzurları için halkını hiçe saymışlardır. Bu Allâh’a revâ mıdır?
2.Kendi geleceklerini kendileri oluşturan ülkeler; Türkiye gibi sancılı ve sıkıntılı bir demokrasi anlayışı içerisinde yine halkına baskılar uygulayan, sıkıştığında askeri dikta rejimlerini idâreye dâvet eden, bir avuç seçkin elit azınlığın çıkarları doğrultusunda devletin tüm mekanizmalarını halkın aleyhine kullanan yine katı bir laikliğin hâkim olduğu bir sistem hâkimdi bu ülkelerde. Dünyâdaki gelişmelerden etkilenen bu ülkelerde de demokrasinin doğru bir şekilde uygulanması mücâdeleleri hâlen devam ediyor.
Batı dünyâsı, İslam dünyâsına öteden beri her zaman küçümseyici, ezici, yok edici bir edâyla bakmış. Son yıllarda bu yanlı ve sorunlu bakışı özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra daha da düşmanca bir hâle büründürüp Müslümanlarla terör kavramlarını özdeşleşerek kullanmaya başlamıştır. Bu durum Avrupa’da, ABD’de ve dünyânın diğer ülkelerinde İslamafobi şeklinde bir korku üretilmeye dönüşmüştür. Batı ve ABD Müslümanları hep kendine tehdit olarak algılamakta. Bu menfi korku sebebiyle Müslümanları sindirmek için onların üzerinde oynanan oyunların farkına varılmasın diye çeşitli entrikalar çevirmektedir. Ülkelerini basit bahânelerle Irak gibi Afganistan gibi âlenen diğerlerini de gizliden işgal edip zengin petrol kaynaklarını ele geçirmekteler.
Dünyâdaki gelişmeleri ve Arap dünyâsındaki değişim istemlerini doğru okumak gerekli. Batı ve yandaşları İslam coğrafyasındaki demokrasi taleplerini doğru okuyamamakta hemen bir bahâneyle petrol kaynaklarına konma hesapları yapmaktalar. Meseleye bir türlü insâni açıdan yaklaşmak istemiyorlar. Müslümanların bu hâle gelmesinde baş sorumlu, onları doğru şekilde temsil edemeyen yönetimlerdir. Bu vahim durumla birlikte Bu ülkelerdeki geri kalmışlık dinle veya Arapların kabiliyetsizlikleriyle izah edilemez.
Yönetimi değiştirmek adına verilen bugünkü mücâdeleleri azim ve kararlılıkla sürdürmek yanında geçmişi de doğru değerlendirip dersler çıkarmış olarak devam ettirmek gerekir. Bunun için basiret, ferâset ve donanım şart. Akıllı, uyanık ve zekice en doğru sistemi getirmeli. Gelişmiş ülkelerdeki demokrasi ve güvenlik dengesinin işlemesindeki fırsatları görmeli, eğitim ve fikir hürriyeti hususundaki doğru yapılanmaları araştırmalı, medyanın doğru işlemesi sağlanmalıdır. Sosyal devlet olma yolunda gelir adâleti, ekonomik kalkınma, işsizliğin yok edilmesi, kaynakların iyi değerlendirilmesi olmazsa olmazdır. İslam ülkeleri halkının isteklerine önem veren, dînî inanç ve değerlere saygılı demokratik talepleri tehdit olarak görmeyen ve problemleriyle cesurca yüzleşebilen bir duruma gelmeli. Bu bağlamda bir kere İslam ülkelerinde yaşayan Müslümanların, dinlerini Batılıların gizlice yerleştirdikleri gibi bir tehdit olarak algılamamaları gerekir. Batı ne yazık ki Müslümanlara kendi dinlerini bir öcü gibi gelişmelerini engelleyen bir tehdit unsuru olarak lanse etti. Kendileri ise dinlerini özgürce yaşadılar. İnsan mutluluğunun önüne set çeken hukuk sistemleri demokratik olamaz. Demokrasi iç huzûra ehemmiyet veren bir sistemdir. İnsanın iç huzuru da ancak dinle sağlanabilir. Dinle ilgili bütün yasaklamalar iç huzûru bozar. Dolayısıyla demokratikleşme sürecinde olan tüm ülkeler sistemlerinde bu tabi gerçeği vâr etmeliler. Dindarlıkla demokratikleşmeyi birleştiren, ekonomik gelişmeyi hedefleyen ve bunu devamlı kılan bir model gerekli İslam ülkelerine. Bunları gerçekleştirirken Batıyla ve diğer şer güçlerle iyi ilişkiler de şart. Değirmene su taşırken dökmeden, taşırmadan başkaları da pek fark etmeden yapılması en akıllı olandır. Tabi bunlar bir reform silsilesi gerektirir. Demokratikleşme sürecinde zaman kazanmak için barışçıl dış politika izlenmesi gerektiği de açıktır. Zira kurulan düzene zıt bir dış politika değişen dünyada hep problemler oluşturur.
Her çeşit problemin üstesinden gelinmesi ve âdil düzenin kurulmasında yüce Yaratıcı güç ve gayret bahşetsin tüm Müslümanlara diyerek bitirelim efendim. Hürmetler.