Cumhuriyet, demokrasi, hürriyet, laiklik ve adaletli yönetim, insanların isteklerini karşılamak için en çok söz edilen konulardır.
Verilen bu sözlerin, eski zamanlarda ve şimdiki dönemlerde verilmiş olması fark etmiyor.
Hem de insanlara, İslami çözümler olarak sunuluyor olmasına rağmen.
Sözler veriliyor verilmesine de; günümüz devletlerinin ekonomik yapıları, hukuk sistemleri ve birbirleriyle olan ilişkileri, cumhuriyet öncesi devletlerin kölelik uygulamalarından farklı değil.
Sadece modernize edilmiş insancıl(!) bir sürüm olarak, günümüzde uygulamaya konulmaktadır.
Demokrasi, laiklik veya özgürlük gibi kavramlar, modernize edilmiş sistemin içinde ancak, bir oyalama mekanizması, daha doğrusu bir kontrol aracı olarak görev alabilir.
Siyasi anlamda bu mefhumlar kontrol amaçlı temel noktalar oluştururken, uygulanan borç ekonomisi kapitalist devletlerin, bireylerin özgürlüğünü sınırlayan en temel aracı olmuştur.
Çünkü insanlar arasında “borç yiğidin kamçısıdır” diye konuşulsa da, gerçekte borç modern köleliğin ilk adımıdır.
Kişisel borçlar insanların özgürlüğünü kısıtladığı gibi, devlet borçları da devletlerin egemenlik kaybına neden olmaktadır.
Dünya da gelişmiş ülkeler olarak görülseler de, gerçekte Çin, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya ve Rusya gibi büyük kabul edilen devletlerin tamamı aslında borç batağına düşürülmüşlerdir.
Küresel sömürü düzenin sürdürülmesi amacıyla kurulan uluslararası finans kuruluşları,
IMF ve Dünya Bankası ile onları kuran güç olan büyük sermaye grupları, bu borçları kontrol ederek ülkelerin ekonomik politikalarını yönlendirme gücüne sahip olmaktadırlar.
Geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi modern zamanlarda da ekonomik bağımlılık, sonunda siyasi ve toplumsal bağımlılığı da beraberinde getirmektedir.
Modern devletlerin çağdaş ücretli köleleri olan bireyler, kredi kartları, ipotekler ve tüketici kredileri aracılığıyla sürekli borçlandırılır.
Bireysel borçlar, insanları borçlandıkları miktarları zamanında ödeyebilmek endişesi ile kapitalist sistemin içinde çalışma zorunluluğuna mahkûm eder.
Bu döngü tarihi dönemlerde köleleri efendilerine fiziki olarak zincirlerle bağlanmaktan daha bağımlı kılar.
Bunun nedeni bugünkü kölelik bağlarının, modern ekonomik araçlarla görünmez hale getirilmesidir.
Demokrasi, cumhuriyet ve Laiklik mefhumlarına gelince, insan gayrı ihtiyari olarak söylenenler, daha doğrusu verilen sözler gerçek mi, yalan mı diye düşünmeden edemiyor.
Çünkü demokrasi insanlara halkın kendi kendini yönettiği bir sistem gibi sunulsa da, gerçek gücün finansın seçilmişleri, küresel şirketler ve siyonist lobi gruplarının elinde olduğu görülmektedir.
Ortalama 4 ila 5 yılda bir yapılan seçimler, seçmen olarak vasıflandırılan kitlelere seçme özgürlüğü olarak sunuluyor olsa da, seçilen kim olursa olsun sonuçta sistemin temel yapısının değişmediğini yaşayarak öğreniyoruz.
Cumhuriyet mefhumu da aynı demokrasi gibi, sisleri tam olarak dağıtılmamış varlık olarak ortada duruyor.
Cumhuriyet tanım olarak, toplumun egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimidir.
Tanım ile dünyadaki uygulamalar bakılınca, aradaki fark her şeyi ortaya koyuyor.
Daha dün denebilecek bir süre önce ülkesini terk eden Suriyeli katil de, onu ülkesinden kaçıran işgalci rus oligarkı da, Merhum Muhammed Mursi’nin cezaevinde şehid edilmesinden sorumlu darbeci kıpti de, ülkelerindeki yönetim biçiminin cumhuriyet olduğunu iddia etmişlerdir.
Laiklik ise, din ve devlet işlerinin ayrılması iddiasını taşımakla beraber, az gelişmiş ülkelerin tamamında gerçek hedef, dini kontrol altına almak ve toplumu seküler hayat tarzına daha açık hale getirmektir.
Bu nedenle din devletlerinde ruhban sınıfı olarak görülen din adamları yerlerini, çağdaş kabul edilen laiklik sisteminde kararlarını seküler hayat tarzı yönünde karar alan teknokratlara bırakmışlardır.
FARKINDA MIYIZ?
Bilim, teknoloji ve ekonomi adına iş başına getirilen seküler laik teknokratlar, özgürlük söylemleri ile insanları gökten gelen kuralların ve din adamlarının köleliğinden kurtararak, vatandaş olarak kabul edilen birey haline dönüştürdüklerini söylerler.
Aslında dinden kurtardıkları vatandaşları kurdukları veya tabi oldukları ekonomik ve sosyal yapılarla onları dine karşı kontrol etmekle görevlendirilmişlerdir.
İnsanlara getirdikleri özgürlük ise, sadece tüketim özgürlüğüne indirgenmiştir
İnsanların özgür seçim yaptıklarını zannettikleri her alanda aslında kurulu sistemin sunduğu sınırlı seçenekler arasında karar vermekten öte bir tercih hakları bulunmamaktadır.