Müslümanlar yüzyılı aşkın bir süredir adına politik etki ajanları diyebileceğimiz içeride ve dışarıda yetişme sonradan felsefeci olanlar tarafından empoze edilen yönlendirici bir siyasetin içine düşürülerek, hiçbir çözümü olmayan politik teorilerin mahiyeti ve sorunları hakkında tartışma ortamına çekilmişlerdir.
Yönetimde adalet nedir ve neye dayanmalıdır, kimler yahut hani siyasi görüş iktidara gelmelidir, siyasi meşruiyetin kaynağı nedir, siyasi iktidar işbaşında olduğu sürece hangi ilkelerle hareket etmeli ve işbaşına getirilecek yöneticinin sahip olması gereken özellikler nelerdir gibi.
Müslümanların devlet, birey ve toplum ilişkileri nasıl olmalıdır, iktidarların bireylerin hürriyet ve mülkiyet haklarına müdahale edebilme hakkı var mıdır, Müslümanlar devletten hak olarak neleri iddia etmelidir ve despotlaşma temayülü gösteren bir yönetim ve siyasal iktidara karşı direnme hakkı var mıdır, varsa sınırları ve koşulları nelerdir gibi.
Bunlar Müslümanların gündemine diplomasıyla kendini zeki zannedenler ve parasının kendisini adam ettiğini zannedenler tarafından getirilmedi.
Televizyon ve gazetelerde çokbilmişliğinden ve kibirinden nefret ettiğimiz, inanç adına neye sahip olursak olalım, sahip olduğumuz şeyleri kocaman bir hiç olarak görenler tarafından da gündemimiz edilmedi.
Müslümanların kendi içlerinden çıkan etki ajanlarının etkisine öylesine girdiler ki kimin dost, kimin düşman olduğu belli olmayan ve her yerin toz duman olduğu bir dönem yaşadılar.
Toz duman dağlınca sarsıntıdan öylesine etkilenmişlerdi ki siyaset ve ticaret söz konusu olunca “bir Müslümanın görevi diğer bir Müslümanın hatalarını görmezden gelmektir” gibi bir mantık ile hayatlarını düzene sokmaya çalıştılar.
Bazı hırsız sever Müslümanlar ise ayeti kerimedeki hükmü ret edercesine "hırsızın eli kesilirse nasıl geçimini sağlayacak" diye endişe duyduklarını ifade etmekle kalmayıp, hırsızın elinin kesilmemesin hatta bizden olduğu için rahatça hırsızlık yaparak geçimini sağlamaya devam etmesini bile ister hale geldiler.
İktidar nimetlerinden faydalanmaları arttıkça da hırsızın eli kesilmesin diyenler nihayetinde kendilerinin ellerini korumaya çalıştıkları ortaya çıkıverdi.
Hâlbuki gayri İslami devletlerin kalkınma programları, dış ticaretleri, yabancı sermayeye açılmaları, hatta turizm gibi potansiyel sektörleri olduğu gibi adı Müslüman olan ülkelerinde kendilerine göre bir kalkınma programları ve dış ticaretleri sistemleri olmalıydı.
Yine diğer devletlerde uygulanan yolsuzlukla mücadele politikaları olduğu gibi Müslümanların işbaşında bulundukları devletlerde hükümetlerin yürürlüğe koyacağı ve herkesin, her kesimin önleyici olarak istisnasız dâhil olacağı etkili bir kurumsal yolsuzluk önleme politikaları olmalıydı.
Sadece rüşvet, tefecilik, yolsuzluk, hırsızlık ile sebepsiz zenginleşme ve servet elde etmek suç olarak görülmeli, nakit ödemeleri çabuklaştırma adına yapılan tüm ödemeler de gayri meşru kabul edilmeliydi.
Aynı zamanda devlet gücünü kullanarak cemaatlere, dernekler ve vakıflara bağışlar toplamak, adı ve amacı ne olursa olsun bağış dahi olsa bir menfaat teminine dönük her türlü para veya menfaat temini rüşvet olarak görülmeli ve devlet dairelerindeki işleri kolaylaştırma rüşvet suçu olarak tanımlanmalıydı.
Siyasi olarak tanımlanmasa bile her tür bağışlar, komisyonlar, sosyal yardım adı altında dağıtılan nakit ve ayni yardımlar, hediye olarak getirilenler ve devlet kaynaklarıyla yapılan barındırmalar da yolsuzluğun tanımında yer almalıydı.
Ama olmadı. Yapılmadı veya yapılamadı.
“Devletin yetişmediği yerler” diye bir kavram asla uydurulmamalı, aksine devlet her yere yetişmeli mantığıyla kişiler ve kurumlar harekete geçirilmeliydi.
Ferdi ve toplumsal gönüllülük tamamen ortadan kaldırılmalı mı diyenler olacaktır.
Asla. Gönüllü olmak ve zararlı olabilecek her tür faaliyette önleyici çaba içerisinde olmak fert ve toplum olarak dini, ahlaki ve hukuki sorumluluğumuz içerisinde yer alır.
Ancak bu kapsayıcılık bulunulan pozisyonun bir amme hizmeti olması dolayısıyla kamu görevi ifa edenlerin, yetkilerini kendileri, için olmasa bile başka bir kişinin veya kuruluşun menfaat elde etmek amacıyla kullanmasını içine alamaz.
Müslümanların uzun sayılabilecek sürelerde işbaşında olmalarına rağmen, bir türlü ortadan kaldırmadıkları yoksulluğun en başta gelen sebebi, yolsuzluktur.
Çünkü yoksulluk toplumun milli gelirinin adaletsiz dağıtımının sonucudur.
FARKINDA MIYIZ?
Bu günlerde gündemimizde olan siyonizm nedir diye, hiç düşündük mü?
Siyonizm, sadece Filistin’de, Gazze de katliam yapmanın adı değildir.
Siyonizm tüm dünyadaki Müslümanlara din düşmanlarıyla yapamadıklarını, dinî savunanların elleriyle yaptırarak Müslümanları pasifleştiren sistemin adıdır.