“Politikacı seçimleri, devlet adamı nesilleri düşünür” demişler. Çok doğru bir tespit, politikacı tümen tümen bulunur ama, devlet adamı nadir bulunur.
Eskiden Osmanlı bakanlarına vezir derlermiş. Vezir; Farsça'da hamal demek. Devletin yükünü yüklenen hamal manasınadır. İlk zamanlar gerçekten bu zihniyetle hareket edilmiş, nice gayretli, devletli insanlar gelmiş geçmiş, tarihe nam ve şan bırakmışlar, ama sonraları politikacılar türemiş ve devran değişmiş.
Sultan Abdülmecid tebdil gezerken bir kahveye girer ve eski maliye nazırı Nafiz Paşa’nın kahveciden açıkta satılan ve ucuz olan bir tütünden bir miktar alıp gittiğini görünce kahveciye sebebini sorar adam: “Bu zat maliye nazırlığı yapmış çok dürüst bir adamdır. Ötekiler gibi yükünü tutmadığı için şimdi sıkıntı içinde” deyince padişah bu adamı tekrar nazır yapar Şair Nazım Paşa da bu Nafiz Paşa için şu beyitleri yazar:
Sıdk ile devlete hüsn-ü hizmet
Olmuyor ind-i İlâhide heba
Buna burhan-ı kavi ister isen
İşte maliyede Nafiz Paşa
Politikacıların hâkim olduğu dönemdeki zihniyeti de Ziya Paşa’dan dinleyelim:
Bir vakitler ben dahi düştüm belâ-yı gayrete
Doğrulukla uğradım bin türlü derd ü zahmete
Derde uğrar kim sadakat etse elbet devlete
İstikamet mahz-ı cinnettir bu mülkü millete
Her halde Paşa’nın bu dizelerini avam şu bir cümle ile özetlemiş: “Devlet deniz, yemeyen domuz” maalesef ve maalesef. Sünbülzade Vehbi’de aynı tavsiyede bulunuyor ve “devlet gemisine kaptan bile olma” diyor:
Seni girdab-ı belaya düşürürler elbet
Fülkü devlete dahi mümkün ise olma reis
Hal böyle olunca dönmeler, Selanik’ten gelenler, suyun ötesinden olanlar, azınlıkların azmanları iş başına gelmiş, asırların intikamı alınmış, devletin ipliği pazara çıkarılmış, Hüseyin Râci Efendi'nin: “Aziz’i vakt idik, adâ zelil kıldı bizi” dediği gibi, bizler zelil, onlar aziz, köleler efendi, efendiler köle olmuş.
Biri gözlerini, biri kulaklarını, diğeri de ağzını elleriyle kapamış üç maymun figürü ile her yerde karşılaşıyoruz. 'Üç maymunu oynamak' deyimi kişinin olaylara karışmak istememesi anlamında kullanılıyor. Japon kökenli bu figürdeki maymunların isimleri, Mizaru, Kikazaru ve Iwazaru, Japonca'da sırasıyla görmemek, işitmemek ve konuşmamak anlamına geliyor.
Çok eski zamanlarda bir dağın bir yamacında iyi ve akıllı bir maymun kral, diğer yamacında da şeytan yaşarmış. Kralın çok yaşlı ama çok da akıllı üç danışman maymunu varmış. İnançlarına göre öbür yamaçta yaşayan şeytanı gören ve sesini duyanlar sonsuza kadar lanetlenip taş kesilir, maymun krallığı da felakete uğrarmış.
Bu üç danışman maymun bir gün kralları için tepede nadide çiçekler ararlarken çalıların arasında bir hışırtı duymuşlar. Merakla çalıları aralayıp baktıklarında şeytanla yüz yüze gelmişler. Şeytan çirkin sesiyle çığlıklar atmaya başlamış. Maymunlardan birincisi görmemek için gözlerini kapamış ama şeytanın sesini duymuş. İkincisi kulaklarını kapamış ama o da şeytanı görmüş. Üçüncüsü ise hiçbir şey yapamamış, şeytanı hem görmüş hem de sesini işitmiş, bu ölümcül sırdan kimseye bahsetmemek için hemen ağzını kapamış.
Kalplerinin taşlaşacağını bilerek ormanda dalları yere değen bir söğüt ağacının altına gizlenmişler. Orada korkudan titreyerek saatlerce hareketsiz kalmışlar. Gece yarısı bu sırrı kimseye söylemeyeceklerine, krallarını ve halklarını tehlikeye atmamak için ellerini kapattıkları yerlerden çekmeyeceklerine dair birbirlerine söz vermişler. O günden sonra insanlar ne zaman gözlerini, kulaklarını ve ağzını kapatmış üç maymun görseler anlamışlar ki onlar şeytanı görmüş ve duymuşlardır ama toplumun çıkarları uğruna bunu bir sır olarak saklamışlardır.
Devlet ve millet için yapılan ve yapılması gereken fedakârlığı dile getiren bu güzel kıssa, şimdi biraz farklı maksat için kullanılıyor ve “çalışma, karışma, konuşma” sözleriyle ifade edilen; tembel ol, nemelazımcı ol, görmezden gel tavsiyelerini ifade ediyor ki; bu bizim son zamanlarda yakalandığımız illet ve hastalıkların adıdır.
Japonlar üç maymun hikâyesini devlet ve millet için çalışmak, fedakârlık yapmak, sır saklamak gerektiğini zihinlere perçinlemek için kullanırken, biz; tam bunun zıddı bir inancı yerleştirmek için kullanıyoruz, heyhat!
Özellikle Osmanlı'nın son zamanlarında geçerli felsefe bu olunca, şöyle fıkralar uydurulmuştur:
Osmanlı'da her sadrazam geldiğinde selefinden (önceki başbakandan) üç mektup devr alırmış, ve bu mektuplarda şunlar yazarmış:
1’incide: Öncekileri kötüle yazarmış. Enkaz devraldım, vatanı ve milleti mahvetmişler, bu kadarda olmaz, bunlar zalim, gaddar, vatan haini insanlarmış…
2’inicide: Biliyorum, işler düzelmiyor kötüye gidiyor. Fakat bir müddet daha o makamda durabilmek için etrafındakileri kötüle, suçu onlara at, adam yok, ekip yok, eleman yok de…
3’üncüde de: Ne yapsan olmaz, hadi sende senden sonrakine vermek üzere 3 mektubu hazırla, gitme vaktin geldi… yazarmış.
600 sene hükümran olan ve ilk 300 senesini dünyanın süper gücü olarak tamamlayan Osmanlı, maalesef son zamanlarında, zaman zaman sebeplerini açıklamaya çalıştığımız kötülüklerden dolayı, bitmiş, tükenmiş, bir zamanlar Batılıların korkulu rüyası iken, son zamanlarında onların oyuncağı olmuş, her işlerine müdahale etmişler, içimizdeki azınlıkları ifsad ederek isyanlar, ihtilallar çıkartmışlardır.
Aydınlı Çengeloğlu Tahir Paşa Kaptan-ı Derya iken, Rodos Adası'nda isyanlar, karışıklıklar, huzursuzluklar başlamış, Paşa varıp sebebini araştırmış, fitnenin başının bir Rus konsolos olduğunu görünce; “Konsolos hazretleri, deniz havası size yaramamış, hasta olmuşsunuz, benziniz sararmış, biraz tebdil-i hava etseniz, memleketinize dönseniz…” gibi sözlerle, münasip lisanla ayrılmasını söylemiş ama adam anlamazlıktan gelmiş ve gitmemekte direnince Paşa şöyle demiş: “Bak konsolos bey! Beni 505 kuruştan etme. 500 kuruşa bir köle alırım, o köle seni öldürür beş kuruşa da bir ip alır kendini asar, o da, sende candan olursunuz, bende kurtulurum” deyince adam korkmuş ve ertesi gün Rodos’u terk etmiş.
Bir siyasi platformda birisi; “ABD’de neye isyan ve ihtilal olmaz” deyince başka birisi; “Çünkü ABD de, ABD büyükelçileri yokta ondan” diye çok manidar bir cevap vermiş. Bizde ve İslâm âleminde ABD ve Avrupa büyükelçileri olduğuna ve Çengeloğlu Tahir Paşalar da kalmadığına göre daha çok olumsuzluklar olacak demektir.