Deşifre

Ayşe Aslı Duruk

Yıllarca tutup sakladığım sırrın, yıllarca tutulup saklanacak kadar değerli olduğunu; buna fazlasıyla değeceğini düşündüğüm için öyle yapmıştım tam da. Taşıması ağır olsa da. Dahası, o sırlı paketin içindeki bilginin, insanlık tarihini aydınlatacak, belki baştan yazdıracak ve geleceği de kayda değer ölçüde şekillendirebilecek kadar önemli olduğuna yıllarca inanmış bir sır taşıyıcısıydım, zannımca.

Gerçeğin zamanla efsaneleşip gökyüzündeki parlak bir yıldız halini alışı ise, izlemesi son derece hüzünlü bir sahne gibiydi esasında. Öyle olur. Bir noktadan sonra, taşınan sır adeta kendi iradesiyle hareket eden, sizden tamamen bağımsız bir canlıya dönüşür ve ait olduğu yere geri döner. Çoğu zaman gökyüzüne. Benim sırrım için de işleyiş aynı şekilde olmuştu. Bizlerce efsaneleşmiş olan bir bilgi, gökyüzünde, muhtemelen yüzünü yalnızca bana gösteren parlak bir yıldıza dönüşmüştü. Ne Güneş ne de Ay tutulmalarının hiç birisi, benim o yıldıza karşı olan tutkunluğumun önüne geçemiyordu. Gözlerinizi her nereye çevirseniz de, sadece sizin bileceğiniz bir şekilde, bakışlarınızın içinde yalnızca o yıldızı seyredermiş; söz bilmez ama sır tutarmışsınız gibi.

Seneler süren o sır taşıyıcılığı döneminde, bir sırrımın olduğu yalnızca bir kaç kişi tarafından anlaşıldı. Fakat o sırrın içeriğini anlamak şöyle dursun, bunu sezemediler bile. Zaten insan öyledir çoğunlukla. İçerikten çok, şekille ilgilenir ve benim yalnızca bir taşıyıcı olduğumu bilmek bile, dağarcıklarına fazlasıyla yetmiştir. İçeriğindeki tadı yalnızca benim bildiğim bir çikolatanın ambalajını görüp de, bir çikolata gurmesi olduğunu söyleyerek övünen insancıklar topluluğu...

Sırrı taşımak, zor olduğu kadar güzeldi de aslında. Düşünsenize, bildiğiniz bir şey var ve bu şey, paha biçilemez değerdeki bir bilgi. İçeriğini kimsenin bilmediği, ancak varlığını sezince size imrenmeyle hatta kıskançlıkla baktığı bir şeyin bilgisi yalnızca sizde var ve özel ve seçilmiş bir yerdesiniz. Seçkin bir sır taşıyıcısısınız. Bu göreve layık görülen, milyonda birsiniz. Üstelik, yalnızca seçkin olmanın verdiği ayrıcalık duygusu da değil, sizi mutlu eden. Sizi mutlu eden, yıllarca ağzınızın içinde eriyen ve eridikçe de çoğalan bir çikolatanın Dünya dışı lezzeti.

Dikkat ederseniz, "bir sırrım var" değil "bir sırrım vardı" diyorum. Yüklemdeki geçmiş zaman çekiminin, onu 'artık' ve 'şimdi' hükümsüz bırakan halini söylüyorum. Öyle. Zira şimdi o bilginin 'sır' olma mertebesine erişemeyecek kadar sıradan ve kıymetsiz olduğunu anladım. Bildim. Gördüm. Duydum.

'Sabahın ilk ışıkları nda, tüm gecenin ve karanlığın aydınlanması, gün yüzüne çıkması, deşifre edilmesi gibiydi' diye tarif edebilirim o kavrayış anını. Kavrayış, evet. Ve 'an'. 'Birdenbireliğin' içindeki mucizevi ve tek bir dokunuş... O dokunuştan sonra da hiç bir şeyin eskisi gibi olmaması. Kalmaması.

Gökyüzünden, aniden, kucağımın orta yerine düşen yıldız ve o yıldızın kendini kısa bir süre içinde imha edip sönmesi. Kendi kendine, öyle... Sır sandığımın, kıytırık, uyduruk, gündelik, sıradan ve basit bir bilgi olduğunu anlamam, çok geç anlamam, en azından anlamam, yanlış hesabın Bağdat'tan dönmesi ve özellikle de yıllarca taşıdığım o ağırlığın yalnızca bir yük olduğunu anlayıp o yükten kurtulmam...

Şimdi ise ne bir sırrım ne de bir yüküm var. Ve biliyor musunuz, bu hafiflik, boş bir sırrın yıllarca verdiği ağırlığın aslında seçkin bir şey olduğu sanrısından bile daha güzel. Ve çikolata konusuna gelirsek de, ambalaj ürünün önüne geçmiş yine zaten. Onu dışarıya tükürünce gelen ağız tadı, çikolatanın sözüm ona lezzetinden daha lezizmiş.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.